NEWROZ BARIŞ GETİRSİN
Baharın başlangıcı, doğanın yeni bir yıla uyandığı gün olan Newroz ya da Nevruz, yüzlerce yıldır Anadolu’da, Orta Doğu’da, Asya’da kutlanıyor. Yüzlerce yıldır şenlikler kuruluyor, ateşler yakılıyor, insanlar ateşlerin üzerinden atlıyor, on binler, yüz binler, milyonlar bayram ediyor.
Yüzlerce yıldır bilinmesine ya da kutlanmasına rağmen ülkemizdeki Nevruz ya da Newroz ise tüm coğrafyalardan farklı özellikler taşıyor. Üstelik bu fark geçmişi çok da uzun sayılmayan bir zaman diliminde kazandığı siyasi muhtevadan kaynaklanıyor. O siyasi muhteva bayramın isminde bile kendini belli ediyor ve son yıllarda her anlamda kutuplaşan toplumsal kesimlerde siyahla beyazın arasındaki fark kadar uçurumlar yaratıyor. Birilerinin “terörist” dediğine birileri “özgürlük savaşçısı” diyor, başkentin göbeğinde servis aracını bombalayan kişinin cenazesi zılgıtlarla, kalabalıklarla defnedilebiliyor.
O siyasi muhtevayı değiştirmek için resmi tarihte neredeyse unutulmuş bir halk değerinin ansızın hatırlanması ya da keşfedilmesi veya ülkenin dört bir yanında ısmarlama şenlikler yapılması da bir işe yaramıyor. Newroz, “kuyruklu” diye aşağılanan, “kıro” diye dalga geçilen; otuz üç kurşunla, beyaz toroslu infazlarla katledilen Kürt çocuklarının haksızlıklara, zulme karşı direnişinin bir simgesi olarak her geçen yıl daha bir kök salarak dallanıp budaklanıyor.
Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı başlattığı savaş, günümüzde Roboskileri, hendekleri yaratan zihniyetle siyasi boyutunu geliştirmekte hiç zorlanmıyor. Barışın gelmemesi için her yolu deneyenler el ele vermiş, gece gündüz kan akıtmaya devam ediyor. Tanklarla toplarla girilen ilçelerdeki bodrum katlarından yediden yetmişe cenazeler çıkıyor, başkentte personel servis araçları bombalanıyor. Şiddet şiddeti doğuruyor, kan kanı çoğaltıyor, savaş kardeşliğe vuruyor.
Ama akan kanın durması için her daim barış diye haykıranlar Newroz’un barış getirmesi için inatla doldurmaya devam ediyor alanları, inatla atlıyorlar ateşlerin üstünden. Barışın ve kardeşliğin tüm engellere rağmen hala tek çözüm olduğunu ısrarla savunmaya devam ediyorlar.
Kawa bugün yaşasaydı hiç şüphe yok ki Çankırılı ya da Kayserili köylü çocuklarının tıkıştırılıp on yedinci oğlunun üzerine salındığı akreplere, tomalara, tanklara, toplara karşı çıkardı ama o Kawa yine hiç şüphe yok ki o köylü çocuklarının ya da iş bulamadığı için askerlikten ekmeğini kazanma uğraşında olan şehirli gençlerin, aynı zırhlılar içinde uzaktan kumanda edilmiş bir bombayla parça parça edilmelerini ya da keskin nişancı kurşunlarıyla yaşamlarının son bulmasını da istemezdi.
İki halkın da istediği ve ekmek su kadar muhtaç olduğu yegane şey ne tanklarla toplarla üzerine yürünen ilçelerdeki toz duman arasından ne de patlayıcı yerleştirilmiş hendeklerden ne de Kanas tüfeklerinin dürbünlerinden görülebiliyor.
İki halkın da istediği ve ekmek su kadar muhtaç olduğu yegane şey ne tanklarla toplarla üzerine yürünen ilçelerdeki toz duman arasından ne de patlayıcı yerleştirilmiş hendeklerden ne de Kanas tüfeklerinin dürbünlerinden görülebiliyor.
Kawa’nın on yedinci çocuğunun demokrasi dersinden sınıfta bırakılmaması gerekiyor her şeyden önce.
Kawa’nın on altı çocuğuna reva görülmeyen hakların tanınması gerekiyor.
Güvenmek, inanmak gerekiyor.
Yüzlerce yıldır bu topraklarda kardeşçe, barış içinde yaşamış, kız alıp vermiş, tavukları birbirine karışmış, Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve dahi Malazgirt’te ortak düşmanlarının darbeleriyle şehit düşmüş insanların etle et gibi birbirlerine ait olduğuna, suyun havaya olduğu kadar birbirlerine muhtaç olduğuna ve dünya döndükçe beraber yaşamak istediklerine…
Halklar barış istiyor, Newroz barış getirsin.
(Bu yazı ODTÜLÜLER BÜLTENİ MART 2016 SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR)