LARS VON TRIER, DOGME VE DANCER IN THE DARK (2000) KARANLIKTA DANS
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen : Lars von Trier
Senaryo : Lars von Trier
Oyuncular: Björk, Catherine Deneuve, David Morse
Süre : 141 dakika
Danimarka sineması denince ilk akla gelen isim olan Lars von Trier aynı zamanda Dogme 95 isimli sinema akımının kurucularındandır.
Dogme 95 akımı sinemada Amerikan hegemonyasına karşı öne çıkmış avangard bir sinema akımı idi. Lars von Trier, Thomas Vinterberg, Kristian Levring gibi yönetmenlerin öncülüğünde yaşama geçirilen bu akım, Holywood’u tamamen dışlayan ve son derece keskin kuralları olan bir sinema akımı olarak tarihe geçti. Bu akımın yönetmenleri; çekimlerin stüdyo dışında yapılması, sesin görüntülerden ayrı olarak üretilmemesi, kameranın elde taşınması, filmin renkli olması, aksiyon içermemesi, öldürme, silah vb şiddet ögelerine kesinlikle yer verilmemesi gibi titizlikle uyulması beklenen ilkeler koymuşlardı. Ne var ki daha sonra Lars von Trier dahil birçoğunun bu ilkelere uymamaları, kimi eleştirmenler tarafından “tükürdüklerini yalamak” olarak değerlendirilmişti.
Dancer in the Dark, Lars von Trier’in Dogme akımının ilkelerine sadık kaldığı filmlerden birisiydi. 2000 yılında Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazanan filmin ödül töreninde salonun yarısı yönetmeni ayakta alkışlarken diğer yarısı protesto ediyor, bu da yönetmenin hoşuna gidiyordu. Bu protesto için yönetmen “Herkesin beni sevmesini veya tam tersi, benden nefret etmesini istemezdim. Böyle çok iyi,” diyordu.
Eğer Lars von Trier hakkında bir şeyler duyduysanız ama henüz onu izleme fırsatınız olmadıysa işte Dancer in the Dark onu keşfetmek için yola çıkabileceğiniz en güzel örneklerden birisi. Şunu özellikle belirtmekte fayda var ki, bu yolculuk hiçbir zaman keyifli vakitler geçirdiğiniz bir yolculuk olmayacak. Belki çok alıştığınız -ya da olsun alışmadığınız- sabit kamera yerine insanın bir uzvu gibi onun hareketiyle sürekli sallanan bir kamera ekranından gördükleriniz sizi bir tuhaf yapacak, muhtemelen çok gerilecek, çok öfkeleneceksiniz, belki yolun yarısına varmadan vazgeçeceksiniz ama sonuna kadar izledikten sonra bu yönetmenin nasıl biri olduğuna dair pek çok fikir dolaşmaya başlayacak kafanızda.
Gerçekten de Dogville, Manderlay, Idiots, Dancer in the Dark, son yıllarda bir başka bol ödüllü film Melancholia gibi tüm filmleri izleyen herkesi derinden etkilemiştir Lars von Trier’in. Evet, kimileri belki ona “deli” demiş ya da demektedir ama kendisini sevsin ya da sevmesin herkes Trier’i bir sinema dehası olarak kabul etmektedir.
Yeşilçam filmlerindeki gibi bir konuyla başlayan film, Selma’nın peş peşe yediği darbelerle sizi isyan ettiren ama çaresiz bir öfkeye boğarken, bir yandan Trier’in bütün bunları nasıl yapabildiğini, son derece basit bir konudan inanılmaz bir sanat ürününü nasıl çıkarabildiğini hayranlıkla düşündürtebilir ancak.
Öte yandan Selma’nın hikayesi aynı zamanda o dönemin Çekoslovakyasından Amerika Birleşik Devletleri’ne göçen bir umudun, bir rüyayla sürüp bir kabusla bitmesinin hikayesidir aynı zamanda.
Bu yazı Siteplus Yaşam Blog Sayfasında yayımlanmıştır