Mia’ya Mektup
Sevgili Mia, o güneş gözlerinle ne güzel bakıyorsun etrafına! Oysa… Masmavi rengine, mevsimler boyu gülümseyen neşesine aldanmamak lazım. Dünya esasen öyle allım güllüm bir yer değil. Ve biz hem kendimizi hem de başkalarını bu tuhaf gezegenin gayet hoş bir mekân olduğuna dair uydurduğumuz ortak mitimize inandırma çabasındayız.
Evet; mitler, masallar, efsaneler uydurmayı çok severiz ezelden. Birbirimize yalanlar söyler, birbirimizi kandırırız; çoğumuz güvenilmez, bir o kadar sahtekârdır. Çok eski zamanlarda bir kuyruklu yıldız dostu, dünyamıza sormuş, “Ha bire ondan söz ediyorsun. Söyler misin bana lütfen, insan nedir?” Güzelim dünya cevap vermiş, “Bir tür haşerat!” Şimdi ben sana bu diyalogdan neden söz ettim, biliyor musun? Bizden nefret et diye değil elbette. Kibrimizi pek de dikkate alma istedim. İnsan dünyanın özeti ve parçası olduğu halde gökten zembille indiği hissine kapıldığı için kendisi dışındaki canlılara karşı acımasız. Hani derler ya annen soğan baban sarımsak, sen nerden oldun gülbeşeker diye. İşte tam da öyle
Yerin kulağı var derler, sakın inanma canım Miacığım! Yerin kulağı filan yok, sadece insanlar sırrı silinmiş birer aynadır o kadar. Onların karşısına geçip halinden, zannettiklerinden, kederinden, neşenden, bilineninden, bilinmezinden konuşma; hatta karşılarında durma bile… Ne yaklaş insanlara ne de uzaklaş onlardan.
Ve unutma, hayalden bir bahçeye benzeyen bu gezegende dostluk da düşmanlık da varla yok arası bir düştür. Ne zaman gerçek, ne zaman düş, ayırt edemezsin…
İnananlar, kısım kısımdır. Dini, mezhebi, tarikati, yolu, yolcusu derken saymakla çeşitleri tükenmez. Düşüneni, düşünmeyeni, ezbercisi, bozguncusu, kavgacısı, dava adamları pek çoktur. Ötekileştirmede, kavgada, kinde ve öfkede üzerlerine yoktur!
Bilirsin; devran döner ve değişir, dünya da döner ve değişir, insan onlarla bir dönse de değişmez!
Artık eminim ben insanlardan korkuyorum. İlk ne zaman ve nasıl başladı bilmiyorum, zaten çok da önemli bulmuyorum, kaynağını ve başlangıcını. Önemli olan şu an, yalnızca şu an, şimdilik şu an…
Yarın daha farklı düşünebileceğimi de duyumsuyorum ayrıca. Kurbağa kadar olmasa da tavşan kadar korkağım, sen ise eski zaman destanlarındaki kahramanlara eş cesursun.
Senin dünyan; dolayısıyla da üslubun benden farklı, duruşun farklı, buna rağmen arada bir yollarımız çakışıyor vardır bunda da bir meziyet!
Yine yine söylemeliyim ki Mia, sen cesur ve özgür bir ruhsun! Bu yüzden hareketlisin… Durağan değilsin asla. Bazı ruhlar göl gibidir bekler ve görür, bazıları ise nehir gibidir gider ve görür. Ben bekleyenlerdenim, sen akıp gidenlerdensin.
Beklemek dedim de aklıma Özdemir Asaf’ın dizeleri düştü.
“Bekle dedi gitti
Ben beklemedim, o da gelmedi…
Ölüm gibi bir şey oldu
Ama kimse ölmedi…”
Yani bazen beklediğin ya da beklediklerin gelmez, sen de ölüm gibi bir şey yaşarsın fakat ölmezsin.
Bana kimi zaman her şey hüzünlü geliyor. Sana söylediklerim, söylediklerimin beni çektiği şarkı…
Özellikle şarkı dinlemek, şiir okumak!
Hüzün kıyısında huzur bulduğumuz, endişelerden azat olduğumuz, dinginleşebildiğimiz uçsuz bucaksız bir okyanus.
Sahi Mia, bir de senin sorgulayan yönün var ki üzerine çok söz edilir. Kısaca şöyle diyeyim, sorgulayan insanlar ezbercilere yeğdir. Onların bildikleri, söyledikleri ve inandıkları enikonu harbidir! Onlar hakikate, ezberleyenden, özellikle ezberletenden daha yakın ve çok daha tutkulu âşıktır! Öyleyse elbette daha çok o yanar! Işığın ateşten ibaret olduğunu canı pahasına da olsa keşfetmiştir çünkü. Ateşten korkmak ezberlenen, daha doğrusu ezberletilen bir şeydir, oysa hakikat ezberlenmez, olsa olsa keşfedilir.
Ne demiştim az önce, birbirimizden farklı olsak da her zaman yollarımız bir yerlerde çakışıyor. Özgür kuşların özgür kuşları çektiği gibi… Kafalarımızdaki her şey domino taşı ya da mıknatıs etkisine sahip.
Dili tanımlarken sınıflarımda, “en etkili iletişim aracı” dedim yıllarca. Sanıyorum bu da ezber bir bilgi ve doğruluğu göreceli. İnsanların arasında daha etkili iletişim veya çekim mekanizmaları var. Adlarını koyamasak da hissediyoruz onları.
Neydi peki Mia, seninle beni birbirimize çeken?
İkimiz de söz ülkesinin sakinleriyiz.
Söz tılsım bence, bir tür enerjidir. Söz aslında bizim ciğerlerimizden gelir ve akciğerler yüzlerce maddi manevi nedenden ötürü çok önemli bir organ. Akciğerlerden nefes, nefesten ses, sesten söz yani kelime oluşuyor. Seninle aramızdaki ortak yol sözden geçiyor ve yine söze dayanıyor. Umarım her söyleşimizde benden bir şeyler öğrenirsin, ben de senden çok şey öğreneceğim!
Sen ve ben Mia, tercihimizi iyilikten yana kullanmışız. Üstelik ne zaman böyle bir tercihte bulunduğumuzu hatırlamıyoruz bile. Belki doğuştan, belki aklımız erdikçe, belki de iddia edildiği üzere kalu beladan! Anımsa ki evren ihtimallerden ibarettir.
İyilik doğası itibariyle sessizdir Mia, tıpkı gürültüsüz gece kelebeklerine benzer; sakindir, saldırı bilmez, sesini yükseltmez. Kötülük ise gürültücüdür, yayılmaya meyillidir, habistir, saldırgandır, bağırır çağırır, taktiği sindirmek üzerine kuruludur. Şöyle bir örnek vereyim sana; dünyaya gelmiş bir insanın bedeninde bulunan sağlıklı hücreler yenilenir fakat çoğalmaz. Sağlıksız hücreler ise çoğalmak hangi organa musallat olduysa onu kaplamak eğilimindedir. Sürekli saldırır.
İyilik susmamalı, söylemeli, doğru olanı ve güzel olanı işaret etmeli. İyiyi iyice, doğruyu doğruca, güzeli güzelce söylemeli. Zaten onun dili de üslubu da budur.
Yine çok yazdım, fakat umarım gereksiz değildir yazdıklarım.
Her zamanki gibi, şimdilik hoşça kal sevgili Mia!