Kum Tanesi ve Damla
Hani şu bizim Rüzgârlı Orman’a komşu bir sahilden söz etmiştim. Hatta orada ıhlamur ağacı ve arkadaşı gölgeyle beraber gecenin muhteşem müziğini dinlemiştik. İşte o sahilin de bütün sahiller gibi hesap edilemeyecek sayıda kum tanesi vardı. Ve bunlardan hiçbiri diğerlerinden asla ayırt edilemezdi. Bir su damlasının onlardan birini çok ama çok sevmesi ne kadar tuhaf, aynı zamanda da hüzünlü bir durumdur. Hayal ediniz!
“Haydi uyan artık!” dedi su damlası kum tanesine. “Baksana ne güzel bir sabah!”
Kum tanesi uyanmamaya karar vermiş olmalı. Nasıl böyle bir karar vermesin ki… Sabaha kadar, ay ışığının denizin üzerindeki görsel şölenini seyre daldığı için, bütün gecesi uykusuz geçmişti.
“Yakamoz, sen misin?” diye mırıldandı uykusunun arasında. Gece hâlâ bitmedi sanıyordu demek. Yakamoz da kimdi? Bir balık türü müydü? Belki de sahile vuran bir denizyıldızı…
Arkadaşını kısacık bir süreyle de olsa kıskandı, su damlası.
“Bir daha yanından hiç ayrılmamalıyım. Yakamoz aklını mı çeldi acaba?” diye söylendi. Neyse ki kum tanesi hâlâ kendine gelemediği için bu sessiz ve alışılmadık cümleyi işitmemişti. Eğer işitseydi büyük bir ihtimalle kırılırdı su damlasına…
“Bir gün gidersem…” Bu sefer sesini yüksek tutmuştu su damlası.
“Bir gün gidersen mi?” dedi kum tanesi.
“Evet, bir gün gidersem üzülür müsün?”
“Zaten her gün binlerce kez dalga olup gidiyor ve sonra bana doğru geliyorsun. Bunda şaşılacak bir şey yok. Yine gider, yine gelirsin.”
“Ya gelemezsem! Sahi yakamoz kim? ”
“Yakamoz hiç kimse değil. Ay ışığının suya inmesi… Hatta bazen senin üzerine de vuruyor yakamoz.”
“Sahi mi? Sevindim buna… Yani yakamozun bir kimse olmayışına…”
“Eğer bu sahilden gidersen ve bir daha geri dönemezsen seni çok özlerim. Fakat ayrıldık sayılmaz. Gözlerimi yumduğumda yanımda olduğunu hayal ederim. Bence sevgi tıpkı senin gibi hâlden hâle dönüşür fakat hep bizimledir.”
İnce işlemeli kristal bir sürahi oldu kum tanesi… Su damlası ise önce buharlaştı, sonra yağmur olup bir göle yağdı. Sakin yaradılışlı göl, yaz akşamlarında ne güzel kımıldanırdı uslu uslu… Üzerinde kibar boyunlu kuğular, yeşilbaşlı ördekler yüzerdi. Fakat su damlasının hafızasından kum tanesiyle geçirdiği saatler asla silinmedi. Zaman belki de hemen dağılıveren bir kabarcıktı veya üflenince sönen köpük…
Son kez karşılaştıklarında bütün su damlaları sürahiden, altın yapraklarla bezenmiş bardağa doğru, neşe içinde döküldüler. Yalnızca o asılı kaldı, başkalarının asla diğerlerinden ayırt edemediği bir tanecik kum tanesinin yanı başında…