SUSACAK MISINIZ?
Aşağıdaki yazıyı bir facebook sayfasından aldım, imza Ahmet Altan, amacı hakkında herkes her şey diyebilir ama ben yazdıklarına katılıyorum.
SUSACAK MISINIZ?
Bazen tek bir olay, bütün bir ülkeyi anlatır.
Şu Ceylan’ın korkunç hikâyesine bakın, Türkiye’yi göreceksiniz.
Bu ülke, bir roketle bir kız çocuğunun paramparça edilebildiği bir ülke.
Bir sosyal demokrat, bir siyasetçi, bir insan olan Deniz Baykal, “Kürt açılımının içi boş, doldursunlar konuşalım” diyordu.
Ceylan’ı vuran roket o “açılımın” içini dolduramıyorsa hiçbir şey dolduramaz.
Açılım denilen şey bu işte Deniz Bey.
“Anne, bana makarna pişirsene” dedikten sonra evinden çıkan kızın bir roketle parçalanmaması.
Bu kadar basit işte.
O kızın ölmemesi açılım.
Buna karşı mısınız?
Bunun içini boş mu buluyorsunuz?
Aslında bu soruları Baykal’la Bahçeli’ye Başbakan Erdoğan’ın sorması gerekiyordu.
Onun cesareti yetmediği için sormak bize düşüyor.
Başbakan, o roketin bir askerî birlikten atıldığının ortaya çıkmasından çekindiği için olacak ağzını bile açmıyor.
Gazze’de ölen çocuklara Türkiye’den sahip çıkmak kolay.
Türkiye’de ölen çocuklara Türkiye’den sahip çıkın siz.
Nedir bu sessizliğiniz?
Kürsü kürsü dolaşıp bağıran Erdoğanlara, Baykallara, Bahçelilere ne oldu?
Zor değil mi bir çocuğu askerler vurunca konuşmak?
“Dağa çıkarım” diye bağırıyordu Bahçeli, o kadar yüreği varsa dağa çıkmasına gerek yok, siyasetçiliğini yaptığı ülkede vurulan çocuğun hesabını sorabilsin yeter.
Bağırmak ne kolay Devlet Bey, bağırmak ne kolay.
Bak senin memleketinin bir köşesinde bir çocuğu vurdular.
Sesini çıkarmak bir yana yüzünü bile gösteremiyorsun.
Bir çocuğa bile sahip çıkamıyorsun, dağa çıkıp ne yapacaksın?
Susuyorlar.
Ceylanın vurulması bize Türkiye’deki siyaseti, siyasetçileri gösteriyor işte.
Susan sadece onlar mı?
Neredeyse bütün Türkiye susuyor.
Şu medyaya bakın.
Bu nasıl bir bıçak kesmez sessizlik Allahım.
Bir gazete neye yarar vurulan bir çocuğun hesabını soramazsa?
Onca kâğıda, mürekkebe, emeğe yazık.
Bir kız çocuğunun bir roketle vurulup parçalandığı, devletin ortadan yok olduğu, savcının köye gitmediği, doktorun karakol bahçesinde otopsi yaptığı bir ülkede yaşıyorsunuz.
Bunlardan hiç mi biri size tuhaf gelmiyor?
Hiç mi birinde haber değeri bulmuyorsunuz?
Bu medya iki grupmuş da, birisi muhalifmiş de, öbürü başbakanı tutarmış da, muhalif olan demokrasi mücahidiymiş de…
Bunlar iki grup falan değil.
Bunlar tek grup.
Öyle ortak bir sessizlikleri var ki…
Hele o muhalif geçinenler…
Ne oldu muhalefetinize?
Bu hükümetin iktidarında bir çocuk vuruldu, niye hükümete hesap sormuyorsunuz, niye muhalefet yapmıyorsunuz?
Hükümet “iyi bir şey” yaptığında muhalefet etmek için yerlerde yuvarlanıyorsunuz, muhalefet edecekseniz hükümetin bu “sessizliğine” muhalefet etsenize.
Olmuyor değil mi?
Roketi atan asker olunca sizin o muhalif dilleriniz tutuluveriyor.
Ceylan’ın annesi, “kızımın parçalarını etekliğimde taşıdım” diyor.
Hiç mi içiniz acımıyor sizin?
Hiç mi vicdanınız yok?
Bu sessizlikten hiç mi utanmazsınız?
Yarın bir gün çocuğunuz çıkıp gelse de, “bir küçük çocuğu vurmuşlar, sen neden yazmadın” dese, ne diyeceksiniz?
Çocuğunuzdan da mı utanmıyorsunuz?
Hadi vicdanınızdan, utanmanızdan vazgeçtik, gazetecilik merakınız da mı yok?
Üç askerî karakolun ortasındaki bir köyde bir küçük kız nasıl bir mermiyle parçalandı, merak etmiyor musunuz?
Her konuda birbirinizden farklıyken bir küçük kız vurulduğunda ortaklaşa sesiz kalmayı size kim öğretti?
“Anne bana makarna pişirsene” dedikten sonra bir kız paramparça oldu.
İstediğiniz kadar susun.
O ölü kızın çığlığı sizin sessizliğinizden büyük.
Siz sustukça o bağıracak.
Siz sustukça o bağıracak.
Ta ki siz de bağırana kadar.
Ahmet Altan
01.10.2009