Çoğu zaman mırıldanarak söylemişizdir, ya da bir yerlerden kulağımıza takıldığında mutlaka kaptırmışızdır kendimizi güzel ezgisine. “Lale devri çocuklarıyız biz, zamanımız geçti / Aşk şarabından kimbilir en çok hangi şanslı içti” diye…
Sanki bu şarkıyı söylerken kendimizi Çanakkale’de şehit düşen son delikanlı sanırız. İçimiz hüzünle dolar, o günlerin –hangi günlerse!- özlemiyle yanar tutuşur, bir daha asla geri gelmeyeceklerinin bilinciyle kahroluruz. Keşke Lale Devri’nin ne olduğunu bilmediği halde bu şarkıyı bilen çocuklarla bir anket yapma şansı olsaydı da, onlara Lale Devri’nin kendilerinde nasıl bir çağrışım yaptığını öğrenebilseydim.
Padişah III. Ahmet ya da Sadrazam Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, Davut paşa sarayının bahçelerinde bülbül seslerini dinlemeye çıkarken ya da Çırağan eğlencelerinde bir avuç saray müdavimiyle zevkü sefa içinde yaşarken, Osmanlı ülkesinin geniş topraklarında yaşayan halk açlıktan kırılıyordu. Salıncak fantezileri, üzerlerinde mumla gezen kaplumbağalar ve lale soğanlarının envai çeşidi isyan duygusunu arttırmaktan başka bir anlam ifade etmiyordu halk için.
Bir yanda açlık çeken kalabalıklar bir yanda zevkü sefa içinde yaşayan bir avuç seçkin zümre… Elbette sürgit böyle devam edemezdi. Nitekim İran seferinden gelen olumsuz haberler gibi politik gelişmeler bir isyan için biçilmez kaftandı.
Sonuçta bir dönemi Lale Devri yapan her şey büyük bir isyanla yerle bir olacaktı. Döneme damgasını vuran Damat İbrahim Paşa, şair Nedim gibi şahsiyetler ya idam edilerek ya da başka türlü yollarla öldürüldüler. Saraylar yıkıldı, laleler söküldü…
İsyancılara önderlik eden Patrona Halil ise isyan sonrasında önüne sunulan muazzam serveti elinin tersiyle itiyordu.
Ama “Lale Devri Çocuklarıyız Biz” şarkısında bunlardan hiçbir eser yok. O çocukların Patrona Halil gibi isyancılar olmadığı çok açık. Hatta o çocukların zevkü sefa içinde yaşayan bir avuç saraylıdan ibaret olduğu da ortada. Milyonlar açlık çekerken onların derdiyle zerre kadar ilgilenmeyen o çocuklardan olmak marifet midir peki?
O halde her şarkıya da ezgisine aldanıp rağbet etmemek gerekmiyor mu? Şarkıda, türküde, şiirde, öyküde… Yaşamın her alanında daha iyiyi bulmak sorgulamaktan geçiyor.