ÇOĞUNLUK
ODTÜ Mezunlar Derneği Sinema Kulübü’nün 12. Buluşması 17 Mart 2011 tarihinde gerçekleşti. Toplantının konuğu Sekans Sinema Grubu’ndan Ece Özdemir’di. Ece Özdemir son dönem Türkiye sinemasının en başarılı ve bir o kadar da tartışılan eserlerinden biri olan Çoğunluk filminin çözümlemesini yaptı.
Ece Özdemir, Ingeborg Bachmann’ın faşizm üzerine yaptığı tespitlerden alıntılarla desteklediği çözümlemesine geçmeden önce, Çoğunluk filminin 1975 doğumlu genç yönetmeni Seren Yüce hakkında çeşitli bilgiler verdi. Öncesinde Fatih Akın ve Yeşim Ustaoğlu gibi yönetmenlerin yanında çalışan Seren Yüce’nin 2010 yılı yapımı Çoğunluk filminde bu deneyimlerden yansımalar olduğunu sözlerine ekledi.
“Çoğunluk”u ülkemiz sinemasında karşılaştığı “en kasvetli filmlerden biri” diye niteleyen Ece Özdemir, filmin yalın anlatımıyla izleyiciyi çarpan, yaralayan bir film olduğunu, gündelik yaşamda faşizmin izlerinin son derece sade bir biçimde işlendiğini söyledi. Çeşitli kesimlerden farklı eleştiriler alan film “tam da çoğunluğu temsil ediyor”du.
Çözümlemeyi, “İçimizin topografyası olarak evlerimiz”, “eril aile” ve “hegemonik erkeklik” başlıklı üç bölüme ayıran Ece Özdemir, ilk başlık altında filmin çeşitli kesitlerinin geçtiği üç evin işlevleri hakkında konuştu: Babaevi, eve temizliğe gelen gündelikçi kadının horlandığı, aşağılandığı; annenin hep ikinci planda kaldığı “hegemonik erkekliğin kalesi” idi. Ağabeyin evi, babaevinde alınmış eğitimin en keskin sonuçlarının görüldüğü “militer tapıncın göstergesi”, Gül’ün evi ise azınlığa ve azınlığın kadınlarına dairdi.
Filmin en çok eleştirilen ve toplantıda da üzerinde en çok durulan konularından biri Van’dan okumak için gelip İstanbul’da tutunmaya çalışan genç bir Kürt kızı olan Gül karakteri üzerineydi. Onun koşullarındaki bir genç kızın filmdeki kadar serbest davranamayacağı ya da tek hayalinin evlenmek olamayacağı gibi görüşler, eleştirilerdi tartışılan. Bu karakterin pek çok yerde “filmin bir defosu” olarak nitelendirildiğini aktaran Ece Özdemir, aslında Gül’ün günlük yaşamda örneklerinin kolayca görülebileceği bir karakter, temel derdinin sadece “yaşamak” olan bir genç kız olduğunu hatırlattı. Yani filmin Gül karakteriyle ilgili bir sorunu yoktu.
Yerel bir hikaye gibi görünen film “kapitalist sistemi ve hegemonik erkekliği yansıttığı için evrensel bir hikaye olmaya evriliyor”du. “Konvansiyonel sinemanın dışında” duran film “doğrudan bir mesaj vermiyor”tu. “Yönetmen bir gözlem yapıyor”du ve “gözlemlediğini anlatıyor”du sadece. “Seyirci arıyordu ama” bunun için çok da fazla uğraşmıyordu, zira “böyle bir derdi yok”tu. “Zaman zaman Hanekevari bir gerilim yaratıyor”, “izleyiciyi dolduruyor ama boşaltmıyor”du. Finali de zaten “Bu devran böyle gelmiş böyle gider” anlamına gelen bir kapanıştı.
Film, “Türkiye’nin temel bir sorunu olarak hegemonik erkeklik üzerinden”, sistemdeki bir topluluğun –yani çoğunluğun- mikro düzeydeki birimi olan aileye özel bir vurgu yapıyordu.
Çoğunluğu yaratmanın ve yaşatmanın yolu aileden geçiyordu çünkü. Hedefin bireyi olmayı başarmış(!)larla yapılan “karı kız” sohbetlerinden, dağdaki Kürtlerle savaşa gitmeye ve –söylenmese bile- birkaçını öldürüp eve “adam” olmuş bir şekilde dönmeye düzülen methiyelere dek her şey Mertkan’ı çoğunluğa kazandırmak içindi. Başta babası olmak üzere bütün kurulu düzenin el ele vererek harcadığı çaba, sorunlu gencin kısa bir süre babaevinden ayrı kaldığı bir dönemde, işçileri azarlaması, aşağılaması, erkek olmanın o dünyadaki önemli göstergelerinden biri sayılan silah taşımaya heveslenmesi suretiyle meyvelerini verecek, böylece Mertkan çok önemli bir eşiği atlayacaktı.
Toplantı sonunda ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin birbirinden güzel sunumlarıyla bugüne dek birçok kez toplantılarımızı renklendiren Ece Özdemir’e ve Gökhan Erkılıç’a teşekkür belgesi verdi.
Yararlanılan kaynak: Ece Özdemir’in Aralık 2010 tarihli Sekans Sineması Seçkisi 3’te yer alan “Yüce’nin Kanlı Arenası” isimli yazısı.
Kamil Akdoğan (ES ’90)