VESİKALI YARİM
“Vesikalı Yarim”, İstanbul’un mütevazi semtlerinden birinde manavlık yapan bir adamın, genç ve güzel bir pavyon kadını ile tanışmasının ardından yaşadığı bir hikayeyi (bir fantaziyi) anlatırken, kimi toplumsal metinlere yaptığı göndermeler, Lütfi Akad’ın usta oyuncu yönetmenliği, farklı üslubu ve daha birçok başka yönden klasik melodramlardan ayrılıyordu.
Filmi klasik melodramlardan ayıran ve Yeşilçam sinemasında özel bir konuma yerleştiren en önemli neden elbette ki Lütfi Akad’ın üslubunda yatıyordu. Sinemanın hem yapısal hem de içerik olarak romanın yerini almakta olduğuna inanan Lütfi Akad’ın edebiyatla kurduğu ilişki ve gerçekçi bakış açısı filmi sıradan bir gösteri olmaktan çıkarıyordu.
Sahnelerin gerçekçi mekânlarda çekilmesi, durağan kamera kullanımı Lütfi Akad’ın yönetmenlik özelliklerinden birkaçıydı sadece. Lütfi Akad film boyunca abartılı yakınlaştırmalar yapmıyordu örneğin. Bunun izleyiciye saygısızlık olduğunu düşünüyordu. Keza filmdeki diyaloglar da son derece gerçekçi görünüyor ve anlatılmak istenen pek çok şey gereksiz sözcüklerle şişirilmiyordu. Uzun çekimler ve kameranın özellikle yarattığı alan derinliği gerçekçiliğe hizmet ediyordu. Örneğin Halil bir masada oturup içkisini içerken kamera sadece onu görüntülemiyor ama arka masalarda oturan insanlar ya da kameranın alanına giren başka yerlerde olan bitenler bütün çıplaklığıyla seçilebiliyordu.
Filmde pek çok melodramda rastladığımız bir kadın fetişleştirmesi de yoktu.
Keza filmdeki şarkılar da özenle seçilmiş şarkılardı. Ancak birkaç kez izlendikten sonra göze çarpan kimi ayrıntılar şarkıların sözlerinde gizliydi. Ortada henüz aldatma falan yokken dinlediğimiz şarkılardan birinde, “Aldatıcaksın beni seni gidi yaramaz” sözleri işitiliyordu. Bu sözler aslında filmin akışındaki bir gelişmeyi haber veriyordu.
Son derece gerçekçi bir mekânda Sabiha’nın (Türkan Şoray) Halil’in (İzzet Günay) masasına gelerek “Sigaramı yakar mısın?” sözleri ile başlayan fantazi ise, Halil’in onu bıçaklamasının ardından genç kadının her şeye rağmen onu koruması ve Halil’in dudaklarından dökülen “Beni asıl şimdi yaktı” dediği an’a dek devam ediyordu. Fantazinin bitişi Halil’in eve dönüşü demekti. Ama bu dönüş şekil olarak bir yuvanın dağılmamaması olarak gözükse de, Halil asla eski Halil değildi artık. Evet, hayatına giren bir fazlalıktan kurtulmuştu ama aynı nedenle açığa çıkan bir eksikle sürekli yaşamaya mahkûmdu artık. Sabiha ise sigarasını yaktırıken şuh bakışları olan, şen kahkahalar atan, çekici bir kadın, bir fantazi nesnesi iken; bıçaklandığı anda dahi Halil’i korurken fedakâr bir anne gibiydi. Film İstanbul’un sıradan bir delikanlısının hikâyesi gibi başlamış ama giderek onun hayatına giren bir kadının hikâyesine dönüşmüştü.
Filmin özellikle son sahnesi ise sinema literatürüne girecek denli çarpıcıydı. Bu sahnede Sabiha son bir umutla Halil’in dükkânına gitmişti. Burada gördüğü manzara Halil’in iki çocuğuyla beraber mutlu bir panoromasından başka bir şey değildi. Halil’in babası da Sabiha’yı görmüş, bir adım öne çıkarak gelmesine engel olmuştu. Oysa Sabiha’nın o manzarayı gördükten sonra gitmekten başka bir yolu kalmamıştı. Bu sahnede kamera dükkândan uzaklaşırken Sabiha’ya doğru yaklaşıyordu ve film Şükran Ay’ın seslendirdiği çok güzel şarkı ile (“Kalbimi Kıra Kıra”) sona eriyordu.