“ANTIOCH THE GLORIOUS”
Bütün bu fotoğraflar kısa bir süre önce elime geçen 1920 Ağustos tarihli “The National Geographic Magazine” dergisinden taradığım resimler. Bugün çok yerde adını duyduğumuz “National Geographic” dergisinden yani… İlk sayısı 1888 yılında çıkmış bu dergi adından da anlaşılabileceği gibi coğrafya üzerine –tarihle iç içe geçmiş- yazılara yer veriyor. En çok bilinen fotoğraflarından biri ise 13 yaşındaki Afgan kızı Şarbat Gula’yı bütün dünyayla tanıştırdığı fotoğraf… Kızın objektiflere bakan yeşil gözleri neler söylüyor olabilir diye nice sayfalar dolusu yazı yazıldı bugüne dek.
Kanada’dan posta ile getirttiğim sayfaların orijinal olup olmadığını bilemiyorum ama henüz renkli fotoğrafın hayale yakın bir şey olduğu dönemlerde renkli fotoğraflar üretmesiyle bilinen bu derginin en kötü olasılıkla çok kaliteli bir fotokopisi olduğunu söyleyebilirim bu dokümanın. Derginin tarihi 1920 ama fotoğraflar kısa bir araştırma ile bulduğum bilgiye göre 19. Yüzyılın sonları ile 1920 arasında “American Colony, Jerusalem” grubu tarafından çekilmiş. Ütopik bir Hristiyan topluluğu diye nitelendirilen bu koloni 1881 yılında Kudüs’te kurulmuş. Grup 1900 yılından itibaren yerleşim yerlerini, şehirleri vb. fotoğraflamaya da başlamış.
Taradığım fotoğrafların da içinde yer aldığı makale ise “Antioch The Glorious” (“Şanlı Antakya”) başlığını taşıyor. Yazarı William H. Hall’un ise daha önce “Under the Heel of the Turk” (“Türk’ün Ökçesi Altında” diye çevrilebilecek) bir yazı ya da kitabın sahibi olduğu notu var başlığın hemen altında. Fotoğraflar dahil yirmi iki sayfa yer tutan makalede Antakya ve civarının tarihi hakkında bilgiler yer alıyor.
Antakya ya da eski adıyla Antioch’un yüzlerce yıl Doğu Roma İmparatorluğunun başkentliğini yaptığı ve Dicle ile Fırat nehirlerinin eriştiği bölge boyunca endüstri ve ticaret merkezi olduğu dönemler hakkındaki bilgiler makalenin asıl ağırlığını oluşturuyor. Zaten fotoğrafların çekildiği tarihlerde Antakya da çevredeki pek çok yerleşim yeri gibi Fransız işgali altındadır. Makalenin henüz ilk paragraflarından birinde, yazının kaleme alındığı tarihte kalabalık Arap ve Türk nüfusun tarihi duvarların arkasında yer aldığı, 500 kişiden oluşan küçük bir Fransız askeri varlığının ise şehri bu kuşatılmışlığa karşı koruduğu yazıyor.
Yazarın, Antioch’un “zafer günleri” diye tabir ettiği bir dönemde Perslilerin saldırısı ise dramatik cümlelerle anlatılmış. Antakyalıların büyük tiyatroda toplanıp ünlü bir sanatçıyı izlediği sırada gerçekleştiriliyor saldırı. Sanatçı bir an duraksıyor ve kolunu dağı gösterecek şekilde kaldırarak haykırıyor: “Bakın Persliler geliyor!” Bunu bir sahne oyunu olarak algılayan izleyicilerden büyük bir alkış kopuyor ilk anda ama sonrasında gökyüzü yağmur gibi yağan oklarla kaplanınca insanlar o haykırışın gerçeği anlattığını fark ediyor. Düşman şehrin duvarlarından içeri girmiş ve yıkım başlamıştır.
Bir başka paragrafta ise Ben Hur’dan söz ediliyor. Ben Hur, 1881-1885 yılları arasında ABD’nin Osmanlı Devleti’nde İstanbul elçisi olarak görev yapan Lewis Wallace tarafından yazılan “Ben Hur” romanı ile geniş kitleler tarafından öğrenilse de, en çok 1959 yılında William Wyler’ın yönetmenliğini yaptığı bir filmle tüm dünyada bilinir hale gelecektir. Film, Ben Hur isminde bir Yahudi prensinin Romalı arkadaşı tarafından köleleştirilmesi ve özgürlüğüne kavuştuktan sonra intikam için geri dönüşünü anlatır. Antakya isminin sıkça geçtiği bu filmde olduğu gibi makalenin yazarı William Hall da Ben Hur’u Antakya sokaklarında dolaşırken ya da kendisini köle yapan arkadaşı Messala’yı Asi nehrinin ortasındaki adada arkadaşlarıyla oyun oynarken kurgular.
Makalede Antakya için “Şanlı Antioch”, “Doğu’nun Gözü”, “Doğu’nun Kapısı” gibi tabirler aktarılıyor. Bir diğer tanımlama ve bilgi de Antakya’ya neden Tetrapolis adı verildiğine dair. Bu tanım dört şehir anlamına geliyor ve şehrin içinde dört ayrı kentin bulunduğunu anlatıyor. Hatay Valiliğinin web sitesinde de benzer bilgilere ulaşmak mümkün ama oradaki bilgilerde önemli bir eksiklik var gibi gözüküyor. Zira Antakya’ya tetrapolis adını veren kişiden yani Anadolu’da doğmuş, ölmüş ünlü tarihçi Strabon’un bu adı verdiğinden söz edilmiyor. Oysa ki Amasya’da heykeli bulunan bu Amasyalı ünlü tarihçinin Antakya’ya tetrapolis adını vermesi hiç de önemsiz bir ayrıntı olmasa gerek. Bu ayrıntı birçok başka kaynakta da göz ardı ediliyor maalesef.
Makalede Antakya’ya ilişkin tabirler bunlarla da bitmiyor. En çok övgüyü alan yerlerden biri de Daphne yani Harbiye. Yazar, adlarını vermediği eski tarihçilerin Harbiye vadisi için kullandığı şu tanımlamaları ekliyor: “Bütün dünyanın en güzel köşesi” “Dünyadaki en hoş köşe”, “Venüs’ün ve letafet perilerinin bahçesi”…
Antakya ve civarının isimleri ve kuruldukları yerlere ilişkin efsaneler de önemli bir yer tutuyor William Hall’un makalesinde. “An Eagle Directed Seleucus to the Site of Antioch” (“Antakya’nın Yerini Selevkos’a Bir kartal Gösterdi”) alt başlıklı bölümde Antakya’ya ilişkin anlatılan efsane pek çok yerde rastladığımız efsane ile aynı. Buna göre sunaktan bir parça eti alan iri kuş Silpius (Habib Neccar) dağına konuyor. Konduğu yer işaret alınarak şehir kuruluyor. Bir diğer efsane ise Selevkos’un bölgede ilk kurduğu şehir olan Seleucia (bugünkü Çevlik’te) ile ilişkin olanı. Bu efsane “A Flight of Birds Determined the Location of Seleucia” (Seleucia’nın Konumunu Kuşların Uçuşu Belirledi” isimli alt başlıkta anlatılıyor. Akdeniz’de yeni krallığına bir liman kurmak isteyen Selevkos sürüler halinde uçan kuşları gözlemleyerek tespit ediyor ilk tuğlanın yerini.
Not: Makalenin tamamını incelemek isteyenler
http://archive.org/stream/nationalgeograph38natiuoft/nationalgeograph38natiuoft_djvu.txt bağlantsında tüm dergi arşivinin arasında biraz gezinerek bulabilirler onu.