Atatürk ve devrimlerinden sonra Türkiye Cumhuriyeti
tarihinin en parlak sayfasıydı belki de. Akıl, mantık, ahlak, adalet, demokrasi, bağımsızlık ve onuru sahiplenen kim
varsa her saniye onun yokluğunu hissetti yaklaşık yarım yüzyıl boyunca. Ama ne
çare o yok ve alternatifi karanlık bir geleceğe doğru koşar adım sürüklüyor
hepimizi.
Kişi özgürlüklerinden, çalışan kesimlerin haklarına, sosyal
devlet anlayışından; demokratik, laik bir cumhuriyetin yapılanmasına dek çok
önemli maddeler içeriyordu bu anayasa. Elbette eksikleri de vardı ancak o
eksikler 12 Eylül sonrası dayatılan kabus yasasıyla karşılaştırıldığında devede
kulak bile sayılmazdı.
27 Mayıs 1961’de Kurucu Meclis’te, ardından 9 Temmuz 1961’de
halk oylamasında kabul edilen 1961 anayasasına gericiler habire “bol elbise”
diye saldırmışlardı. Şimdi daracık karanlıklarını bütün topluma kanıksatmaya
çalışıyorlar.
O gericiler ki bir yandan da ilkeleriyle uzaktan yakından
ilgileri olmadığı Avrupa Birliği’ne denize düşenin yılana sarıldığı gibi
sarılıyor.
Ama şurası bir gerçek ki toplumun nabzını tutmayı çok iyi
beceriyorlar. Ne zaman kuyruklarını biraz dik hissetseler, o zaman başta Avrupa
Birliği kriterleri olmak üzere katlanmak zorunda kaldıkları bütün teferruatları
bir yana bırakıyorlar. Ne zaman başları şunla ya da bunla derde girse ya da oy
kaybettiklerine ilişkin belirtiler ortaya çıksa, o zaman başta Avrupa Birliği
olmak üzere yarım bıraktıkları katlanma mesaisine yeniden başlıyorlar yani
yeniden takiyye silahlarını kuşanıyorlar.
En büyük tehlikeden belki bir önceki adım ise şimdiye dek
alabildiğince eleştirdikleri Ergenekonvari yapılanmalarla öyle ya da böyle
uzlaşmaları. O zaman “Türkiye İran olmaz” diyen saflar ya kaçacak delik
arayacaklar ya da “seve seve” daracık karanlıklara ayak uyduracaklar.
(29
Mayıs 2008)