EKİMLER VE CUMHURİYETLER
5 Ekim, 29 Ekim…
İki tarih de sadece yaşadığımız coğrafya için değil, bütün dünya için önemli kilometretaşlarını ifade ediyor.
Biri sosyalizmi teori kitaplarından çıkarıp ete kemiğe büründürerek bir ilki başaran Sovyet Devrimi. Diğeri ise emperyalizme karşı kazanılan ilk ulusal kurtuluş savaşının meyvesi. Biri 1917, diğeri 1923…
Milyonlarca yıllık dünya tarihi düşünüldüğünde bu iki kilometretaşı arasındaki zaman farkının sadece altı yıl olması da asla bir tesadüf sayılmaz.
Her iki devrim de her şeyden önce dünyanın en güçlü emperyalist devletlerini tam cepheden karşılarına alarak verilen savaşlar sonucu zafere ulaşmıştı.
Bir an için Ekim devriminin yerine Rusya’da hala çarlık düzeninin devam ettiğini kurguladığımızda çok açık görürüz ki, Kurtuluş Savaşımız çok daha çetin geçmeye adaydı. Ama o sıralarda kurulan sosyalist devlet ulusal kurtuluş savaşı veren bir ulusun arayıp da bulamayacağı bir nimetti. Her fırsatta emperyalizme karşı ezilen ulusların mücadele etmesi gerektiğini söyleyen bir sistem, elbette ki bu mücadeleyi ilk başlatan ulusa yardımcı olacaktı.
19. Yüzyıl’ın sonlarından itibaren sosyalist ideolojinin farklı çizgileri Rusya’da çok uygun gelişme olanakları bulmuştu. Her şeyden önce çarlık gibi köhnemiş, baskıcı bir imparatorluk vardı. Ekonomi iflasa doğru ilerliyordu. Vergiler adaletsizdi. Dış borçlar müthiş artmıştı. Toprak sorunu yakıcı bir sorun olarak ortada duruyordu. Çok çeşitli ulusal, etnik topluluklar yönetimden memnun değildi. Japonya ile zorlu bir savaştan çıkılmış ve bu savaşın üzerinden henüz 10 yıl geçmeden 1. Paylaşım Savaşı patlak vermişti. Bütün bunlar Rusya’da sosyalist bir devrimin nesnel temellerini oluşturuyordu. Gerisi bu devrimi yapacak örgütlenmeler, kadrolardı ki Lenin ve arkadaşları bu işi yapabilmek için yeterince üstün nitelikler taşıyorlardı.
1. Dünya Savaşı halkın çarlık rejimine karşı başkaldırması için en uygun fırsatları yaratmıştı. Nitekim Mart 1917’de çarlık rejimine son verildi. Her alanda son derece güçsüz kalmış bir rejimin halk ayaklanmalarına direnmesi mümkün değildi. Yeni kurulan hükümette Bolşevikler yoktu ama yeni kurulan hükümet de halkın acil taleplerine yanıt verebilmekten son derece uzaktı. İşte bu başarısızlık Ekim devriminin kapılarını ardına kadar açtı.
Türk ulusal kurtuluş savaşı dünya üzerinde Ekim Devrimi sonrası oluşmaya başlayan yeni ilişkilerin sıcaklığında veriliyordu. Kurtuluş Savaşının başarıya ulaşmasının önemli nedenlerinden biri de zaten Sovyetler Birliği ile emperyalist devletler arasındaki çelişkiler oldu. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları bu çelişkilerden en iyi şekilde yararlanmasını bildiler.
Karşılıklı ve çok doğal önyargılara rağmen Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’daki hareketin güvenebileceği en büyük güç Sovyet devletiyken; Sovyetler Birliği de o hareketi desteklemek için elinden gelen yardımı yapmak istemişti. O günün koşulları düşünüldüğünde para, silah, diğer araç gereç gibi alınan yardımın[1]
küçümsenmesi mümkün değildi. Daha düne kadar yüzlerce yılda birikmiş tarihsel
düşmanlıklar, her iki hareketin karşı karşıya olduğu sayısız zorluk, toprak
sınırlarında anlaşmazlıklar, Anadolu’daki hareketin farklı destek arayışları ve
bunun gibi çok sayıda doğal karşılanabilecek güçlüklere rağmen en somut
gerçeklik bu iki hareketi ortak hareket etme ya da yardımlaşma konularında bir
araya getirmeye yetiyordu.
Bu yüzden Türk ulusal kurtuluş savaşı, sadece tüm ezilen dünya uluslarının gönül desteğini değil, artık bağımsız bir devlet olarak dünya siyasi arenasında boy göstermeye başlayan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’nin çok yönlü desteğini de yanında hissetmişti.
Bütün varlığı emperyalizmin tehdidinde olan sosyalist bir devletin, yine bütün varlığı emperyalizm tarafından yağmalanmak istenen bir ulusu desteklemesinden daha doğal bir şey olamazdı. Sovyetlerin gözünde Türk ulusal kurtuluş savaşı “Tüm doğu ülkelerine uygulanacak bir örnek ve önemli bir tarihsel olay”dı. [2]
Sonuçta, her iki ekim de emperyalistleri üzmüştü, çünkü artık her fırsatta bir tarafını söğüşleyecekleri “hasta adam” yoktu. Üstelik kısa bir süre sonra dev bir blok karşılarına dikilecekti. Yeni bir siyasal toplumsal sistem ayaklarının altındaki halıyı çekeceğinin bütün işaretlerini gösteriyordu. Ama Hindistan’da tavuğunu satıp kurtuluş savaşına bir nebze de olsun destek vermek amacıyla parasını gönderen Hint müslümanları sevinmişti. Afrika’da çocuklarını açlıktan yitirenler, her karış toprağında emperyalist bayraklara saygı göstermeye zorlanan uluslar sevinmişlerdi.
Ekim Devrimi dünyadaki ilk sosyalist devrimdi. Getirdiği rejim yüzyılın son çeyreğinde günlük yaşamdan silindi ama bu silinme asla ekim ve başka devrimlere olan umutların silinmesi anlamına gelmedi. Kimileri “tarihin sonu”na gelindiğini iddia etse de emperyalizmin ve boyunduruğu altında tuttuğu çağdışı rejimlerinin krizleriyle insanlığa verdikleri gün gibi ortadayken, o rejimlerin biricik alternatifi olan bir toplumsal ve siyasal sistem elbette ki geçerliliğini korumaya devam edecektir.
Mustafa Kemal’in kurduğu cumhuriyet ise çok daha ileri hamlelere yönelebilecek bir yenilik olmasına rağmen, o yeniliklerden çıkarı olmayan kesimlerin, gericiliğin bitmez tükenmez saldırılarıyla olması gerektiği çizgiden çok uzaklaştı. Askeri darbeler, takunyalı takunyasız gericiler, demokrasi maskesi geçirmiş demokrasi düşmanları ve bil cümle karanlık güçler tarafından hiç kimsenin memnun olmadığı bir düzene dönüştürüldü.
Tam bağımsızlık şiarıyla yola çıkmıştı Mustafa Kemal ve arkadaşları ama en önce tam bağımsızlığı ayaklar altına aldı onun düşmanları.
Ama unutturmaya yetmediler!
Emperyalizmin nefesinin her saniye, her mekanda hissedildiği günümüzde kurtuluş savaşımız ve 29 Ekim doğruları göstermeye devam hala. Açlık, yoksulluk, doğal felaket, savaş gibi çok çeşitli tehlikelerle yüz yüze olan insanlığın daha pek çok ekimlere
ihtiyacı var.
Kamil AKDOĞAN
[1] Mustafa Kemal tarafından
26 Nisan 1920 tarihinde Sovyet devletine gönderilen mektupta talep edilen
yardım konusunda şu satırlar geçmektedir:
“… beş milyon altının ve kararlaştırılacak sayıda cephane ve diğer savaş
makine ve araçlar ve sağlık araçlarının …” Stefanos Yerasimos, Kurtuluş
Savaşı’nda Türk Sovyet İlişkileri, Boyut
Yayınları, 2000, S. 223)
[2] (age, S. 186)