Seyahat(name)lerdeki Antakya – 11
Walter Keating Kelly
İngiliz seyyah, yazar ve çevirmen Walter Keating Kelly’nin 1867 yılında Londra’da öldüğü biliniyor. En tanınmış eserleri arasında Fransız Rönesans yazarı Marguerite de Navarre’in yazdığı Heptameron isimli kitabın çevirisi söylenebilir. Rusya tarihi, Hint-Avrupa geleneğinin halk kültürü, 1848 yılı tarihsel gelişmeleri, ulusların atasözleri gibi konuları da işlediği kitaplarının yanında Antakya ve çevresinden aldığı gezi notlarının da bulunduğu 1844 tarihli “Syria and the Holy Land: Their Scenery and Their People” isimli bir kitabı daha var.
“Syria and the Holy Land: Their Scenery and Their People” (Suriye ve Kutsal Topraklar: Manzaraları ve İnsanları) isimli kitabı Suriye ve kutsal topraklara yaptığı seyahatin notlarından oluşuyor, bu notlarda bölgede yaşayan insanların yaşam biçimleri, kültürleri hakkında da bilgiler verilmiş. Kitabın en önemli özelliklerinden birisi adından da anlaşılacağı gibi gezdiği gördüğü yerlere ilişkin çok sayıda manzara görseli ile zenginleştirilmiş olması. Bu görsellerden dört tanesi de Antakya ve çevresinden…
451 sayfalık kitap 31 bölümden oluşuyor. Bu bölümlerden 20. ve 21. Bölümler Antakya ve çevresini anlatıyor. 20. Bölümde Lazkiye Antakya Yolu, Samandağ, Türkmenler (yaşam biçimleri, gelenekleri), Antakya, Belen, İskenderun ve Payas; 21. Bölümde ise Dafne ve Demir Kapı var.
Lazkiye Antakya yolu üzerinde gördüğü manzaradan, insan eli değmemiş devasa meşe ağaçları ve vadileri kaplayan parıltıdan çok etkilenmiştir ve böyle bir manzaranın başka hiçbir yerde olamayacağını düşünür Keating.
Kepse’den sonra ulaştığı Samandağ “birbirine bağlı olmayan kır evlerinden oluşan”, “zorlu” köydür seyyaha göre. Bir zamanlar çok saygın bir yer olan ve Selevkos Nikator tarafından inşa edilen antik limanın o gün karşılaştığı halini anlatır.
Yol boyunca ve hayatında ilk kez karşılaştığı Türkmenler hakkında geniş bilgiler vardır Keating’in seyahat notlarında:
“Asıl merkezleri Antakya ovası olan bu Türkmenler göçebedir ama deniz kıyısına doğru yaklaştıkça yerleşik düzene geçenlerinin sayısı artmaktadır” der ve Suriye Türkmenlerinin büyük çoğunluğunun Reyhanlı aşiretinden olduğunu aktarır. Merkezleri Antakya ovasında olan bu Türkmenlerin eylül ayının sonlarından itibaren kış aylarını orada geçirdiklerini, nisan ayının ortalarına doğru yeniden göçe koyulduklarını ve yazın en sıcak aylarını dağlarda karşıladıklarını yazar. Türkmenlerin çadır kurdukları 500 mil karelik alanı “ülkenin en verimli topraklarının bulunduğu alan” diye tanımlar ve bin kadar çadır bulunduğunu yazar. İki aile çadırı arasındaki uzaklık 1 ya da 2 mil civarındadır.
20 ya da 30 yarda uzunlukta tarif ettiği çadırlar üç bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerin biri aynı zamanda mutfak olarak da kullanılan kadın bölümü, biri erkek bölümü biri de evin reisinin en gözde atının bulunduğu bölümdür. Diğer at ya da hayvanlar barakalarda tutulmaktadır.
Keating’in anlatımlarındaki Antakya, “antik surların içinde kalan alanın üçte biri üzerinde”dir, “eğimli çatıları”, hafif malzemeden yapılmış evleri olan bir yerdir. Seyyah muhtemelen yanlış bir çıkarsama yaparak kentin “şiddetli kar yağışları”na sahne olduğunu söylemiştir.
Keating Antakya için o güne dek kullanılmış bazı tanımlamaları da hatırlatır. Bunlardan biri “Doğunun Kraliçesi”dir. Antakya, “binalarının ihtişamından ve konumunun güzelliğinden, Selevkos’tan edindiği Apollo’ya olan bağlılığı hak edebilir” der. Başka bir tanımlama “Doğu Kilisesinin Gözü”dür. Keating’in aktardığı üçüncü tanımlama ise İmparator Justinian I tarafından verilen “Tanrının Şehri” anlamına gelen “Theopolis”tir. İmparator Justinian, 526 yılındaki büyük depremden sonra kenti yeniden onarmış, çok sayıda bina yaptırmıştır.
Antakya’yı kentin en yüksek noktasından seyrederken herhangi birini çarpabilecek manzaraları ise şöyle sıralar: Doğuda uzak dağlarla çevrili “Antakya’nın büyük ovası”, kıvrılarak akan Asi nehri, Belen’in yüksek dağları, güneybatıda görünen deniz, Kel Dağ, şehrin arkasındaki “üzüm bağlarıyla kaplı düzensiz vadi” …
Keating’in Antakya çevresindeki yerleşim bölgelerine ilişkin notlarında ise şunlar vardır:
İskenderun
Sıcağı ve bataklıkları yüzünden İskenderun’dan hiç hoşlanmamıştır Walter Keating Kelly.
İskenderun yani “Akdeniz’in kuzeydoğu köşesindeki körfez” “sefil”dir, bataklıkla çevrilmiştir ve bu İskenderun’u “çok sağlıksız” yapmaktadır.
Payas
Walter Keating İskenderun’dan antik çağlardaki adı “Baiae” olan Payas’a geçişini anlatırken aradaki mesafenin körfezin karşı tarafından on altı mil uzunluğunda olduğunu yazmıştır. Burada Amanos dağları sahile paralel uzanmaktadır ve İskenderun ile Payas arasında dar bir geçit olan “Pylae Syriae” yani Suriye Geçiti, dağ tarafında “kendiliğinden büyüyen” mersin ve nar ağaçları ve sarmaşıklar tarafından gölgelenmektedir.
Harbiye
Çağlayanları oluşturan derelerin seslerini patlamaya benzetir. Bu dereler yaklaşık 200 metre boyunca çeşitli yönlerde akarak “Asi nehri vadisine düşen iki güzel çağlayanda sona ermektedir” der. Kaynak sularının en büyüğü dikey bir kayadan doğmakta, üstte ve yanlarında eski bir yapının, “belki de Apollon Tapınağı’nın muazzam kalıntıları olan küçük bir uçurum veya iç bükeylik“oluşturur. Bu kaynağın suyunun önemli bir kısmı yaklaşık iki mil boyunca su kemerleri ile Antakya’ya dek taşınmaktadır.
Keating’in Kitabında yer alan Antakya ve çevresine ait görseller
Demir Kapı, Antakya
Şehrin İçinden Antakya Surlarının Bir Bölümü
Halep Kapısı (St. Paul Kapısı ya da Bab Boulos), Şehrin içinden bir görünüm
Halep Yolu’ndan Antakya’nın Görünümü