Seyahat(name)lerdeki Antakya 2, Tavernier Seyahatnamesi
Kimilerince 17. yüzyılın Marco Polo’su olarak nitelendirilen Jean Baptiste Tavernier, 1605 yılında Paris’te doğmuş, 1689 yılında ise Rusya’da hayata gözlerini yummuştu. Tavernier, 17. yüzyılda Avrupa’nın en zengin şehri kabul edilen Antwerp’in yerlisi bir aileden geliyordu. Bu kentten ve ailesinden bulaşan ticaret tutkusu küçük yaşlarda onu yollara düşürmüş, önce Avrupa içinde büyük bir yolculuğa çıkmış, sonraları ise başta elmas ve diğer değerli taşlar üzerine Hindistan’a uzanan 6 büyük yolculuk gerçekleştirmişti. 17. yüzyılda Avrupa’dan Hindistan’a yapılacak bir yolculuğun olmazsa olmaz duraklarından birisi aralarında İskenderun Limanı’nın da bulunduğu Doğu Akdeniz’di. Nitekim 1678 yılında yayımlanan ve bu altı büyük seyahat anlatımlarından oluşan kitabın adı “Les six voyages de Jean-Baptiste Tavernier: qu’il a fait en Turquie, en Perse et aux Indes” (Jean Baptiste Tavernier’nin Türkiye’de, İran’da ve Hindistan’da Yaptığı Altı Seyahat) adını taşıyordu.
Tavernier’nin ünlü seyahatnamesi 2006 yılında Stefanos Yerasimos’un sonucunu göremeden hayata gözlerini yumduğu bir çalışmayla Türkçe’ye de kazandırılmıştı. İşte bu kitabın 166. Sayfasında Tavernier’nin ikinci seyahatinde İskenderun ve Belen şöyle anlatılıyordu:
“İskenderun’dan çıkınca, yaklaşık iki saat boyunca, Belen adı verilen dağın eteklerine kadar, bir ovada ilerleniyor. Dağların ortasında, poyraz rüzgârının geçmesine izin veren bir geçit var; söz konusu rüzgâr şiddetli estiğinde, genellikle çok güzel olan İskenderun kumsalını öylesine karıştırıyor ki, hiçbir gemi burada barınamıyor. Burada bulunan bütün gemiler hemen demir alarak denize açılıyorlar; eğer böyle yapmazlarsa ciddi bir batma tehlikesi geçiriyorlar. Dağın hemen hemen doruğunda bir kervansaray bulunuyor; ne var ki, güzel ve iyi yapılmış bir kervansaray olmasına, çevresinde güzel çeşmeleri bulunmasına karşın, tüccarlar burada asla konaklamıyorlar, genellikle İtalyanca konuşan ve ülkenin koşullarına göre konuklarını oldukça iyi ağırlayan bir Rum’un biraz ilerideki evine gidiyorlar.”[1]
İskenderun’un Yarıkkaya fırtınası ve Belen’deki kervansaray ünlü seyyahın ilk gözüne çarpan ayrıntılardı. Antakya’yı ise şu satırlarla anmıştı:
“Dağdan inince, güneydoğuda, bir tepenin üstüne kurulmuş Antakya kenti görünüyor. Eskiden bu kentten geçen yol kullanılmaktaydı; ama birkaç yıldır, kentteki yeniçeriler her geçenden bir kuruş almaya başlayınca bu yol terk edildi. O günden bu yana Antakya’nın dünyada adı işitilmez oldu ve kenti denize bağlayan, kadırgaların bile girebildiği kanalın zaman zaman buraya fırlatılan kumlar nedeniyle tıkanmasından bu yana kent gözden düştü.”[2]
Tavernier’nin yeniçerilerle ilgili söylemi hakkında net bir yargıya varmak zor olsa da yeniçeriliğin tarihsel gelişimiyle örtüştüğünü söylemek mümkün. 1. Ahmed’in padişahlığına rastlayan bu dönemde yeniçerilik kurumu hem nicel olarak ülkenin her yanına yayılmış, hem de pek çok bozulmayla karşı karşıya kalmıştı. Gelen geçenden Deli Dumrul misali haraç alınması 1826 yılında yeniçeriliğin bir kurum olarak ortadan kaldırılmasına giden yol üzerindeki minicik izlerden başka bir şey değildi.[3] Öte yandan o “vergiler” nedeniyle Antakya’nın artık adının işitilmez olduğu iddiası ise gerçeği yansıtmıyor.
Tavernier anlatımlarına şöyle devam ediyor:
“Dağın alt kesimine ulaşıldığında, kuzeyde, anayola yarım mil uzaklıkta, Antakya ovasının bir bölümüne egemen tepenin üstünde bir hisar görülüyor. İçinden geçen yoldan bakıldığında, ovanın yaklaşık uzunluğu on beş, genişliği üç mil. Yolun hemen hemen yansında, akan birçok dere nedeniyle üzerine birçok köprü yapılmış (bu köprüler olmasaydı yoldan geçmek çok güçleşirdi) uzun bir şose karşınıza çıkıyor. Padişahın sık sık gidip kuşatmak zorunda kaldığı Bağdat’ta ve Basra’da patlak veren ayaklanmalar I. Ahmed dönemindeki (1603-1617) sadrazamı bu şoseyi yaptırmaya itti ve şose -köprülerle birlikte- altı aydan kısa süre içinde (olağanüstü bir işti bu) tamamlandı. Söz konusu çalışmalar, Rumeli’den ve Yunanistan’dan Bağdat kuşatması için getirilen topları ve diğer savaş gereçlerini geçirmek amacıyla yapıldı; bu çalışmalardan önce, söz konusu gereçlerin buradan geçirilmesi neredeyse olanaksızdı. Şosenin sonunda, çok sağlam ve çok uzun bir köprü var; köprünün altından, bir ırmak ve ovada kıvrıla kıvrıla akan diğer çaylar geçiyor. Bu sular, güneyde Antakya gölü adı verilen gölü oluşturuyorlar. Avlanan yılanbalıkları kente büyük gelir sağlıyor; yılanbalıkları Malta’ya, Sicilya’ya ve İtalya’nın diğer yerlerine taşınabilmeleri için genellikle, Büyük Perhiz’den iki ay önce avlanıyor. “[4]
Güney Rüzgarı dergisi yazarlarından Süheyl Budak’ın Hatay Valiliği tarafından yayımlanan Antakya Mutfağı isimli kitapta da bir Antakya mutfağı lezzeti olarak sunulan yılan balıkları Tavernier’nin de dikkatini çekmiş. Keza Hıncal Uluç da 25 Ekim 2018 tarihli köşe yazısında Meksika’dan kalkıp Antakya’ya ulaşan yılanbalıkları hakkında geniş bilgiler vermiş.[5]
Aşağıdaki sözler ise bütün ününü ve zenginliğini yaratan Doğu’ya karşı seyyahın Kutsal Hazine Avcıları’na ilhamlık edecek cinsten nankör ve ötekileştirici ama hakkında en somut bilgiye ulaşacağımız türden ilkel bir yaklaşım:
“Ovada çok sayıda zeytin ağacı var; Halep’teki toptan sabun ticaretinin kaynağı bu. Sabunlar Mezopotamya’ya, Suriye’ye, İran’a ve çöllere gönderiliyor; sabun, Araplara verilebilecek en güzel armağanlardan biri. Zeytinyağı armağanı da Arapların çok hoşuna gidiyor: Zeytinyağını armağan eder etmez, hemen kapağını açıyor ve başlarına, yüzlerine, sakallarına sürüyorlar ve gözlerini göğe dikerek kendi dillerinde “Allah’a şükür” diye bağırıyorlar. Bu konuda Doğuluların geleneklerinde hiçbir değişiklik olmamış ve bütün bunlardan kutsal tarihte sık sık söz edilmekte.”[6]
[1] Tavernier Seyahatnamesi – Stefanos Yerasimos’un Anısına, Yayına Hazırlayan Ali Berktay, Kitap Yayınevi, 2006, S. 167
[2] Age, S. 167
[3] Muhammed Emirhan Onhan (KARAMANOĞLU MEHMETBEY ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ) tarafından hazırlanan “SOSYAL VE EKONOMİK AÇIDAN YENİÇERİ OCAĞI’NIN KALDIRILMASI” başlıklı yüksek lisans tezinde de bu konuya değinilmiş; M. E. Onhan, Tavernier’nin bu anlatımından hareketle yeniçerilerin yozlaştığı gibi bir yargıya varmanın daha fazla kanıt gerektirdiğini yazmıştır.
[4] Tavernier Seyahatnamesi – Stefanos Yerasimos’un Anısına, Yayına Hazırlayan Ali Berktay, Kitap Yayınevi, 2006, S. 167-168
[5] https://www.sabah.com.tr/yazarlar/uluc/2018/10/25/efsaneler-diyari-hatayin-yilan-baliklari
[6] Tavernier Seyahatnamesi – Stefanos Yerasimos’un Anısına, Yayına Hazırlayan Ali Berktay, Kitap Yayınevi, 2006, S. 168
[7] 20 Mayıs 2022