Seyahat(name)lerdeki Antakya -24, Cristina Trivulzio Belgiojoso
“Antakya’da durmak benim için ne hoş olurdu!”
“Her şey beni oraya çağırıyordu: Harabeler, bahçeler, zakkum ağaçları ve kutsal çeşmeler”
1808 yılında İtalya’nın Milano şehrinde doğan ve 1871 yılında yine aynı şehirde hayatını kaybeden Cristina Trivulzio Belgiojoso 16 yaşında prenses olmuştu ve uçarı eşinden ayrıldıktan sonra “İtalya’nın en zengin mirasçısı” diye anılıyordu. Fransızlar tarafından Madame La Princess de Belgiojoso diye adlandırılan Cristina Trivulzio Belgiojoso uzun yıllar İtalya’nın birliği için mücadele eden çevrelerde aktif siyaset yaptı, çok sayıda eser kaleme aldı. Yaklaşık sekiz yılını da Türkiye’de sürgün olarak geçirdi.
İtalya devrimi, kadın sorunları, dinsel dogmalar gibi konuları işlediği kitaplarının yanında bir kitabı “Türk Hikayeleri” ismini taşıyor. Antakya’yı da anlattığı gezi kitabı ise “Asie Mineur Et Syrie” yani (“Küçük Asya ve Suriye”)
427 sayfa tutan bu kitap 1858 yılında Paris’te basılmış ve dört bölümden oluşuyor. Dördüncü Bölümde esas olarak Kudüs’teki Avrupalıları konu almış ama kitabın diğer üç bölümü Anadolu’dan gözlemlere dayanıyor. “Le Tourist Europeen Dans L’Orient Arabe” ya da (Arap Doğu’da Avrupalı Turist) başlığını taşıyan 3. Bölümde ise Antakya geniş yer bulmuş.
Antakya’nın çevresini artık gözden düşmüş bu şehrin büyük ihtişamıyla uyumlu”[1] bulan Madame La Princess de Belgiojoso yine pek çok seyyah gibi surlardan söz etmektedir. Bu surlar kentin ortasındaki vadiyi kapatan dağların zirvesinden hala görülebilmektedir. Asi nehri bu vadiyi yıkamakta “ve kente ulaşmadan önce, değirmenlerin inşa edildiği yerlerde, küçük adacıklar biçiminde birçok kola” ayrılmaktadır. “Sıra sıra dizili tesviye havuzları, mesafeden mesafeye, zarif bahçeleri sulamaya yarayan su akışını düzenliyor.
Harbiye için şunlar yer alır Cristina Trivulzio Belgiojoso’un satırlarında:
“… sakladığı güzellikleri görmeden Antakya’dan ayrıldık; ama böyle davranma gerekçelerimi belki de bilen ve takdir eden gezginlerin ihtiyatı bize bir avuntu getirdi. Zira bu ihtiyat bizi, şehrin etrafındaki en meşhur, en güzel yerlere götürüyordu ki buna her şeyden çok değerdi: Venüs’e adandığını sandığım, duru ve gür su kaynağının birkaç adım ötesinde bulunan bir tapınağın vaktiyle yükseldiği yerde Defne Çeşmesi.
Dut ağaçlarının kapladığı küçük tepeyi ve ağaçların loş yaprakları arasında çeşitli büyüklüklerdeki beyazımtırak dutları fark ettiğimizde, ufukta yükselen güneş alınlarımızı yakıyordu ve biz gözden uzak bir gölge arıyorduk.
Beyaz mermer sütunlar: bazısı yere yatmış, bazısı kesilmiş olsa da ayakta; çok sayıda kırıntı döküntü yeri kaplıyordu.
Defneden, gövdesi pürtüklü ve zaman içinde kararmış zeytin ağacından tut, ince narin dalları tıpkı dua eden eller gibi göğe açılan genç ve esnek dut ağacına kadar her yaştan ağaç vardı burada”[2]
[1] Asie Mineur Et Syrie , Michel Levy Freres, Libraires-Editeurs, Paris, 1858, Sayfa 132
[2] Age, Sayfa 133