Anadolu ve Suriye’de Seyahat Hatıraları
Haz: Nazım Hikmet Polat
Cedit Yayınları, 2010, Ankara
Seyahat(name)lerdeki Antakya, Şerafettin Mağmumi
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk kurucu beş kişisinden biri olan Şerafettin Mağmumi, hakkında en az bilgi sahibi olduğumuz ya da cemiyetin diğer kurucu ya da liderlerine göre adı en az duyulan bir kişidir. “Anadolu ve Suriye’de Seyahat Hatıraları” ismiyle onun seyahat notlarını kitaba dönüştüren Nazım Hikmet Polat 2010 yılında ilk baskısı yapılan kitabın arka kapağında şöyle der:
“Tarih küskünlerden bahsetmez. Millet hayatına yön veren hadiselerde mühim rol oynamış nice şahsiyet vardır ki, herhangi bir sebeple bu rollerine devam edemedikleri için tarih sahnesinden çekilmek zorunda kalmışlardır. Bunlar, ancak o hadiseleri inceleyen, sayıca pek sınırlı uzmanlar tarafından tanınırlar. Yaptıkları hakkında bir kıymet hükmü vermek maksadıyla değil, yapılanlardaki paylarını küçümsememek içindir ki kendilerine adsız kahramanlar diyebileceğimiz bu insanların hâlet-i rûhiyelerindeki ortak taraf, küskünlüktür. Kaderin bu insanlara yeni bir vadide ilerleme imkanı vermemesi de onların unutulmalarını kolaylaştırır. Şerafettin Mağmumi, işte bu adsızların en tipik örneklerinden biridir.”
Şerafettin Mağmumi İttihat ve Terakki’nin kurucularından olup uzun yıllar doktorluk mesleğini icra etmek için Anadolu’yu ve Suriye’yi karı karış dolaşmış, gittiği yörelerde başta salgınlar gibi pek çok hastalıklara çözüm bulmaya çalışmıştır. 1894 yılında Bursa ve çevresinde başladığı gezici görevi 1895 yılında Adana, Beyrut, Halep ve Şam vilayetlerinde de devam etmiştir. Bu seyahatleri süresinde 10 gün de İskenderun’da kalmıştır.
Seyahat notlarında İskenderun’a gelişindeki gözlemlerinde Amik Gölü vardır. Yörenin en büyük gölü dediği Amik Gölü “yüzlerce mini adacıklı” manzarasıyla karşısındadır. “Amuk” gölünün öteki adını ise ‘Akdeniz’ diye yazmıştır.
Amik Gölü,” ‘Afrin ve Karasu’ ile birleşmekte ve bir kolu Antakya’nın önündeki ‘Asi’ nehrine katılarak ‘Süveydiye’de Bahr-i Sefîd’e (Akdeniz) dökülmektedir. Yolumuzun görüntüsü pek hoş. Çamlık arasından dağı dolanıyor ve yüzlerce deveden oluşan ve lokomotifleri küçük eşekten ibaret çöl katarlarına rastlıyoruz.”[1]
Bağlık, serin havalı ve meyve bahçeleriyle dolu bu yöre İskenderunlular tarafından yayla olarak kullanılmaktadır.
Sırada İskenderun vardır.
“Beylan’dan biraz inince Derya-yı Sefid göründü. Müteakiben İskenderun kasabası ve önündeki körfezde lenger-endâz ve siyah lekeden ibaret gemiler, daha sağda Payas Kalesi ayağımızın altında göründü. İki saat kadar bayır aşağı hızla inerek ve İskenderun’un sazlık ortasında ve dört direk üstündeki balıkçı dalyanlarını andıran evlerinin bulunduğu bataklıktan geçerek sahile vardık.”[2]
Şerafettin Mağmumi İskenderun hakkında şunları yazar:
“Akdeniz’in en mükemmel ve korunmalı bir körfezi kenarında ve bulutlara yuva yapmış Cebeli Bereket’in eteğinde kurulmuştur. Büyük İskender’in Payas yöresinde İran hükümdarı “Da- ra” yı yenmesinin anısı olmak üzere kurulduğu söyleniyorsa da onun yeri burası olmayıp kalesinin temelleri yarım saat uzaklıkta “Pınar Başı” denilen yerde görünüyor.* Bu şimdiki yerin ve bütün ovanın o zamanlar denizle örtülü olduğu, daha sonra sellerin dağlardan sürükleyip indirdiği birikintilerle buraların dolarak deni/in çekildiği, yine o eski kale temellerinde bulunan ve görülen gemi bağlamaya özgü halkalardan ve arazinin jeolojik yapısından anlaşılıyor. Hatta bu olay halen sürmekte olup karanın yılda birkaç santimetre kadar denizden kazandığına, daha önce suya kakılıp şimdi karada kalan kazıklar tanıklık etmektedir. İskenderun’u yirmi yıl önce görenler rüsumat (gümrük) idaresiyle yerlilerin sazlıkta ve dört direk üstünde yaptıkları kırk elli kulübeden başka hiçbir şey bulunmadığını söylüyorlar. Bugün ise üstü kiremitli birkaç yüz haneden oluşan düzenli bir mahalle oluşmuştur. Deniz kenarında taştan güzel bir Hükümet Konağı, büyük mağazalar, ticarethaneler, iki u. meyan fabrikası, bir cami, bir ecza hane ve bir gazinosu \ .11 (iayel işlek bir is kele olup Diyarbakır ve Bağdat’a kadarki yerlerin her türlü doğa ürünleri buraya iniyor ve Avrupa malları buraya çıkıyor. Ticareti çok geniştir. Bu haliyle birlikte düzenli bir oteli olmayışına cidden şaşılır. Ahalisinin çoğu Hristiyan olup dilleri Arapçadır. Askerlikçe de İskenderun gayet önemli bir yer. Sevkiyat (askere alınma ve gönderilme) zamanı bazen birkaç bin yeni asker ya da değişecek olanlar toplanıp günlerce ve hatta haftalarca bekledikleri halde henüz bir kışla yapılmamış. Zavallı mehmetçikler hanlarda, ahırlarda ve hatta sokaklarda yatarlarmış.”
Ekonomisi hakkında ise şu bilgileri verir:
“Memleket gayet ucuzluktur. Meyve ve sebzesi boldur. İri iri barbunya ve mercan balıklarının okkası üç dört kuruşa satılıyor. Suyuna ve havasına gelince: Sazlık ve bataklık üstüne kurulu ve arkası Kaf Dağı gibi yalçın kayadan ibaret dağlarla kapalı bulunduğundan havası yazın gayet ağır, nemli ve sıcaktır. Sıtmasını artık sormayınız! Yaylaya kaçamayıp da çaresiz kasabada kalanlar renklerinin balmumu sarılığı ile aynmsanıyor. Bereket versin suyu çok güzel. Yarım saat uzaklıktaki pınardan demir borularla akıtılmış. Bu da ahaliyi ihya ediyor. Birkaç yıldan beri memlekete girip çıkan araba ve deve mekkârelerinden resim (vergi) alınmaya başlanıp bununla bataklığın doldurulmasına başlanmışsa da teknik bir yöntem kullanılmadığından bu gidişle yirmi yıl geçer yine bitirilemez.”
İskenderun Körfezi ve körfeze liman yapılması konusundaki düşünceleri ise sadece politikaya ve tıp bilimine kafa yormadığını ama süreli de olsa bulunduğu yerlerdeki temel sorunlara çözümler üretmeye çalıştığını göstermesi bakımından önemlidir. Mağmumi, İskenderun arazisinin liman yapımı için elverişli olmadığını savunmuş, onun yerine Samandağ’daki limanın düzenlenmesini ya da Ceyhan nehrinin bir kanal ile Yumurtalık limanı dışına akıtılarak o limanlardan birinin temel alınması gerektiğini savunmuştur. Düşüncelerini sağlamlaştırmak için kullandığı argümanlardan biri de Yarıkkaya fırtınasıdır zira bu fırtına körfezi “alt üst” etmekte, “vapurları demir alıp kaçmaya” zorlamaktadır.
Şerafettin Mağmumi kendi anlatımlarına göre İskenderun’da 10 gün kaldıktan sonra Beyrut’a doğru yola çıkmıştır.
Kamil Akdoğan
[1] Sayfa 252
[2] Sayfa 253