TARİHTE ANTAKYA TÜRK HEYKELLERİ
(Hasan Fehmi Turgal)
“666 yılında ölen ve İbnüladim deye tanınan meşhur hukukçulardan Halep kadısı Kemaleddin Ömer İbni Ahmedin bıraktığı eserler arasında bir de Halep tarihi vardır. Ömrü vefa etmediğinden eksik ve müsvedde halinde kalan üslubu ve görüşleri itibariyle klasik tarihlerimize bakarak başkaca orijinal bir sima taşıyan bu eserin İstanbul’da Ayasofya kütüphanesinde tek bir nüshası vardır. 569 senesinde Dımışkın Gök meydanında top çevgan oynarken hastalanarak ölen büyük Türk hükümdarı Nureddin Şehid hakkında bazı kayıtlar araştırırken Antakya heykelleri bahsı gözüme ilişti.
Nureddin, babası Zengi, büyükbabası Ak Songur, Suriye ve Irak’ın bugünkü İslami çehresini kendilerine medyun olduğumuz şahsiyetlerdir. Zengi aynı zamanda büyük bir Oğuz boyu olan ve Arapların (İvaiyye) diye yazdıkları yıvaları Suriye ve Bizansa sınırına getirip yerleştirmiş, demir bir set yapmıştı. Yaruk bey başbuğluğunda gelip yerleşen bu Uğuzlar kitabürravzateyn sahibine göre 610 senesinde yani müellifin o yazıları yazdığı günlerde de oralarını muhafaza ediyorlardı. Halep’teki Yarukiyye mahallesi cami ve medreseleri bu başbuğa aittir. İbnüladim Nuredin’in vefatından biraz sonra doğmuştu. Ancak uzun asırlar mezarından bile istimdat edilen büyük Türk kahramanının büyük menkabeleri kulakları çınlattığı günlerde yetişmişti. Hakikaten eserde orijinal malumat bulunuyor.
Türk tılsımları, Türk heykelleri hakkında İbnüladim kendisi öyle diyor;
Halep’te eşraftan biri bana Maarralı Ebu Galib Hemmam’ın cem’ü tertip eylediği bir tarihi iare etmişti. Bu kitapta 467 senesi hadiseleri arasında Antakya’da bir lahit içinde Türk suretlerinde bazı tılsımların, heykellerin zuhur ettiği ve bu vak’adan bir yıl sonra da Türklerin Antakya’yı aldıkları zikrediliyordu. Sonra gene üstad Azimi’nin tarihinde kendi mhattiyle olan kayıt şöyle idi: Tuslu Müeyyed bin Mehmed 467 senesi hadiselerini anlatırken dedi ki: Bu sene içinde Kutalmış oğlu Süleyman Nikoniye’yi ve civarlarını aldı. Aynı sene içinde Antakya’da büyük zelzeleler oldu. Kiliseler, evler, ve hatta surun bazı kısımları yıkıldı. Aynı sene içinde bir manastırın kapısının altında Türk tılsımları, heykelleri bulundu. Manastır yıkılmıştı. Tamir için temeller kazılırken bir lahit içinde bakırdan Türk süvari heykelleri çıkmıştı. Türkler de Antakya’ya geldiler, Azimi “muhtasar” adındaki tarihinde bize şeyhimiz Ebülyeminil Kendi’nin söylediğine göre: 467 senesinde Antakya’da azim zelzele oldu. Kutalmışoğlu Süleyman Nikoniye’yi ve yörelerini zapt eyledi. Antakya’da bir kilisenin kapısında bakırdan yedi adet Türk heykelleri zuhur eyledi. Ellerinde oklukları vardı. Bir yıl bunu üzerine geçmedi. Türkler Antakya’yı aldılar. Bu rivayetleri İbnüladim şöyle düzeltiyor: İbni Mühezzib ile Azimi vak’anın 467 yılında olmasında birbirini söhkelediler. Hakikat şudur: süleyman bin Kutalmış Antakya’yı 477 yılında almıştır. Açığı budur ki İbni Mühezzib bunu naklederken kalemi 477 diyeceğine kaymış, yanlış olarak 467 yazmıştır. Azimi de yanlış nakleylemiştir. Doğrusu Hamdan bin Abdürrrahim’in bu balına ait ve hattiyle muharrer kayıttan Halepli Yahya bin Müravi’nin nakldir ki şöyledir: Zamanın acibelerindendir. Antakya’yı büyük bir zelzele harap eyledi. Bu zelzele Antakya’nın fethinden dört yıl önce idi. Şehrin surundan müteaddit burçlar yıkıldı.
Kadı Hasan Binülmevç hikaye etti ki ben dünya nimetlerinden kaçıp Antakya’ya gelmiştim. Büyük Mes’ut, Antakya hakimi Yağisiyan’ın veziri idi. Beni surun tamirine memur eyledi. Çünkü sur bir zelzele neticesi olarak yıkılmıştı. Suru tamir eyledim. Burçlarının birisi daha yıkıldı. Bunu tamamiyle temelinden yıkarak onarmamı buyurdu. Son taşına değin kazdırdım. En aşağıda kapağı kırılmış büyük bir lahit çıktı. İçinde bakırdan yedi atlı heykel zuhur eyledi. Hepsi de zırhlı ve kalkanlı olup ellerinde mızrakları vardı. Mesut’a bahsettim. Lahidin altını da kazmamı, araştırmamı emreyledi. B,r şey bulunmadı. Heykelleri vezire götürdük. O da Emir Yağısıyan’ın huzuruna götürdü. Yanındakilerden bazıları şehrin eski ihtiyarlarından bir iki adam çağrılsın da bunlar hakkında ne bildikleri sorulsa dediler. Hemen birkaç şahıs Emirin huzuruna getişrildi. İhitiyarlar bunları bilemeyiz, ancak buna yakın bir bildiğimiz arzedelim: “Bizim Kral kilisesi denen bir kilisemiz vardı, geniş ve büyüktü. 477 senesinde yıkıldı, direkleri kırıldı. Tamir için muvafık direk aradık, Antakya’da bulamadık. Ustalar daha önce duvarın yapılmasını teklif eylediler, duvarın tamamını kazmaya başladık, tam dibine ulaştığımız sırada bakırdan Türk heykelleri bulduk, üzerlerinde ok ve yayları vardı, biz bunlara ehemmiyet vermedik, duvarı tamir eyledik. Bundan pek az sonra 477 senesinde Kutalmışoğlu Süleyman gelip memlektimizi elimizden aldı ve bildiğiniz gibi bize sahip ve hakim oldu. Bu şimdi gösterdiğimiz heykeller Arap veya başka bir takım Müslüman kavimlerinin timsalleri olsa gerektir. Frenklerin gelmekte olduğuna dair aldıkları sevinçli haberleri örtmek istemişlerdi, tabii öyle bir söz söylemek için keimsede cesaret yoktu. Yağısıyan öteden beri Türklerle yorulan bu heykelleri Türk’ten başkasına nispet etmelerine son derece kızmış ve kendilerine ağır surette sövmüş, be gavur oğlu gavurlar arz üzerinde Türkten gayrısı var mı diyerek onları memleket haricine çıkarmıştı. [1] Bundan bir sene sonra idi Frenkler (ehli salib) İstanbul’a gelmişlerdi. Kadı Hasan bin Mevcin dedikleri burada bitiyor. Tarihler umumiyetle ittifak ediyor. Kutalmışoğlu Süleyman 477 senesinde Antakya’ya hücum eylemiştir.
Hamdan bin Abdürrahim bu hikayeden sonra İbni Müravi’nin hattından başkasına atfen der ki;
Bunu gibi Antakya sahibi Richard kullanmak üzere bazı mermerlere ihtiyaç arzeyledi. Kendisine filan yerde Antakya şehrinin banisi olan hükümdara ait bir köşk harabesi vardır. Orada çok güzel mermer sütünlar bulunur dediler. Araştırmayı emreyled. Bu vak’a 512 senesinde oluyordu.[2] Köşk yeri kazılırken mermer bir lahit çıktı. İçinde ata binmiş bir adam zuhur eyledi. At bildiğimiz atlara benzemiyordu, yüzü duvaklı idi, iki gözünden başka bir yeri gözükmüyordu. Heykel Richard’a getirildi, kimisi Türk’tür, kimisi Frenk’tir dediler.
Bazı papazlar; bu heykeli yere vurunuz, kırınız, bu suretle şerri bertaraf olsun dediler. O da vurup kırdı. İşte bu sene içinde idi ki Beytimukaddes’ten feryatçı geldi. Mısırlıların Frenkler üzerine yürüdüğü haber veriliyordu. Koştu: Frenklere ulaştı, birlikte Mısırlılara karşı müdafaada bulundu. Mısır ordusu dönünce o da Antakya’ya geldi. On gün sonra Azaza giderek Muhasara eyledi. Halepliler Artıkoğlu İlgazi’ye haber uçurdular, Halep’i kendisine teslim ediyorlardı. İlgazi Türkmenlerle takviye eylediği ordusunu alıp yürüdü. Tel Ukbereyn’de karşılaştılar. Ehli salip bozuldu, Richard harp esnasında öldü, Richard’ın başı alınarak dönüldü. Frenkler binlerce zayiat vermişti. Antakya’nın elde edilmesi pek basit bir iş iken İlgazi ilerlemek istemedi.
Bu rivayet usullarına itina eyliyerek nakledilen bu Türk heykelleri meselesi tetkika değer. Heykeller şüphesi tunç idi.
Görenler bu Hitit heykellerini her gün gördükleri Türk süvarilerine benzetmiş oluyordu demekten başka bir çare yoktur sanırım.”
[1] Yağısıyan’ın ehli salibe karşı şehri müdafaası, feci surette ölümü malumdur. Harası yeri olmadığından bahse lüzüm görilmedi. Bu kelimeyi Yağıbasan .. ile birçok tarihçiler karıştırır.
[2] Bu sırada Antakya’nın ehli salib elinde olduğu malumdur.
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları