“DEVRİMCİ YENİ” – Hüseyin Avni
DEVRİMCİ YENİ ŞİİR MANİFESTOSU ŞAİR SİNA AKYOL “MEĞER SÖZ GÜMÜŞ” EĞER SÜKÛT EDİLMEZSE… VE LEFTER KÜÇÜKANDONYADİS, 68 RUHU VE ERTUĞRUL KÜRKÇÜ
Zalifre Yazıları 19. sayısında “ İkinci Yeni Akımına Görkemli Bir Zeyl. Sina
Akyol Külliyatı” başlıklı denemede Sina Akyol’un ilk eseri “ Su Tadı”ndan başlayarak ,”Lokmanla Geçen Şen Günlerim” “ Ayda Tümör İzleri” adlı eserlerini çözümlemeye, tefsir etmeye çalışmıştım.
Mayıs Yayınları, Suat Çelebi’nin editörlüğünde Şair Sina Akyol’un kitaplarının tekrar basımını yapıyor. “Avluda” ve “Meğer Söz Gümüş” üç gün evvel postacının getirdiği ve kitap tiryakisini mutlu edecek kitaplarla birlikte geldi.
Diğer kitaplar, ercan y yılmaz’ın “yürüyen siyah “ Barış Yıldırm’ın “Şêy ’r ‘
azadlar” adlı şiir kitaplarıyla “Bir Şiirin Söylediği” adlı genç şair ve yazarların eleştiri- deneme seçkisi. Bu üç kitap Arkadaş Z. Özger ödülüne değer görülen dosyaların kitap olarak basımı. Bir de genç şair Hıdır Işık’ın Mühür Y. yayımlanan Ali Rıza Ertan Şiir ödülüne değer görülen “dilin metruk yarası” kitabı postacının merhabasının yanında geldi.
Şair ercan y yılmaz Batman’lı. Batman Polat Onat ile birlikte rüştünü ispatlamıştı. ercan y yılmaz’ın da yolu açık geleceği olan bir şair. Barış Yıldırım, Hıdır Işık’ta.
Şair Sina Akyol’un yeni basımı yapılan “Avluda” ve “Meğer Söz Gümüş”
kitaplarını derin bir entelektüel haz eşliğinde okudum. İyi kitaplar huşu
içinde okunur. Zihnimizdeki zekâ ağacının dalları, yaprakları gürleşir,
keskinleşir, incelir. Zihnimizdeki sözlük en güç temrinlerle zenginleşir. İyi
bir şiirin çözümlenmesi, bir matematik ya da cebir probleminin çözülmesi
gibidir… Elbette satranç…
Girizgâh olarak, Zalifre Yazıları 19. sayısındaki yazımda belirtmediğim bir hususa dikkat çekmek isterim: İkinci Yeni şiir akımını yetmiş ve seksen sonrası
şairler için mehaz teşkil ettiğini, hatta şairlerin yeni deneylerle mevcut
ortamı aşmak gayretlerine de tanık olunmaktaydı. Rahmetli Seyhan Erözçelik,
Tarık Günersel, Enis Batur, Haydar Ergülen, Abdülkadir Budak, Hüseyin Alemdar, Sina Akyol’un özgün deneyleri bu bağlamda önemlidir.
Sina Akyol, İkinci Yeni şiirine bir eklenmedir. Fakat Sina Akyol İkinci Yeni şairlerinin aksine kısa şiirler yazmıştır. Ya da İkinci Yeni’ye dâhil örnekler içinde İkinci Yeni’nin en kısa şiirleri, Sina Akyol ‘un tecrübesinde uzun şiirler olarak karşımıza çıkar. İkinci Yeni şairlerinde ve sonraki kuşaklarda Sina Akyol’un poetikası ve verimlerine benzer örneklerle karşılaşmıyoruz. Şairin ve Şiirin ruh halleri bakımından İlhan Berk’in “Deniz Eskisi ve Şiirin Gizli Tarihi”
eserindeki kısa aforizmalarla benzerlik olduğu söylenebilir. İlhan Berk’in
aforizmaları, mecelleyi dair genel hükümlerdir. Sina Akyol simyacı gibi
çalışıyor. Madam Kuri’nin radyumu keşfetmek için, cevheri eleyerek, damıtarak
sabırla dikkat ve özenle keşfetme uğraşına benzer bir çaba görülüyor. Dolayısıyla Sina Akyol’un bu özgün ve özgül ağırlığı olan tecrübesi ilk olma şerefine sahiptir ve yol açıcı bir şair olarak alkışlanabilir. Bu soy şiir ve şairlerin yankısı gelecekte de varlığını gösterecektir.
Has ve hakiki şiir ontolojik bağlamda da Varlık’ın evidir. Heıddeger Varlık’ın, zaman ufkuna bağlı bir akışta tezahür ederek kendini beyan ettiğini, bu akışın fiziksel değil düşünsel bir akış olduğunu ve dil ( şiir ) içinde mümkün olduğunu ve hükmünü icra ettiğini, vurgular.
Sina Akyol’un, özgün ırasına bakıldığında, bazen iki ya da tek dizeden oluşan fakat anlam katmanlarıyla dile müthiş irtifa kazandıran dizeler, kısa şiirler bu külliyatın genel özelliğidir. Tek, iki, üç dizelik şiirlerde bile parça bütün arasındaki korelâsyonlar, bileşimler, derinlik ve irtifa, nadir bir ustalığı kanıtlamakta. Bir atomun çekirdeği gibi ve bu yoğunluk, güçlü bir enerji kapasitesine sahip.
Bu korelâsyon şiire verilen adlar, dip not ve parantez içine alınanlar, epigraf, dibace ve matlaplarla birlikte geometrik ayrıntılar olarak, yan anlamlara genişleme kapasitesini temin eder. Tasavvuftaki “kesret içinde vahdet” esası, Sina Akyol’un parça bütün arasındaki tenasüb ve altın oran olarak ayan olur. Bir Padişah Tuğrası gibi biçim, biçem, incelik, yalınlık ve yoğunluk, mimarlara has bir çalışma bu imzalı şiirin alâmetifarikasıdır. Duymak ve ses sözden ziyade dokunmakla alakalı bir mecazla da izah olunabilir. Dokunmak tenin alt katmanlarını, derinliği hissetmekle alakalıdır. Nakkaşların kör olduktan sonra daha güzel minyatürler nakışlamalarına benzer biçimde, adeta iğne ucuyla, kırı kırk yaran bir özen, ökelik ve dikkatle şiiri inşa etmek. Hançerin kabzesinde bir “Gül Cemal Nakışı”
Sina Akyol’un İdilleri, görünen manzaranın arkasındaki var oluşsal ve ontolojik katmanlarına nüfuz etme kapasitesinin bir sonucudur. Gösterenler, salt doğaya ait bir sözcük değil, farklı anlam katmanlarını içeren bir doluluğa sahiptir. Önceki eserlerin desenleri tamamlanmak için daha sonraki eserleri beklediği de
söylenebilir. Zaman iyi şiirlere uzun vadede ülfet ederek, yeni armağanlar
sunar… Has bir şairin kumaşı ilk metresinden belli olur. “Su Tadında” kaliteli bir kumaştır. Şair otuz yaşına kadar sabretmeyi başarır. Otuz yaşında eserini görücüye çıkaran şair, yetmişinde de genç kalmayı başarır.
Cemal Süreya’nın “Ülke” si gibi uzun şiirleri yok Sina Akyol’un. Keza Sezai Karakoç, Edip Cansever, Turgut Uyar şiirleri oldukça uzun şiirlerdir. Orhan Veli’nin kısa şiirleri bugün bakıldığın da Hürriyet Gazetesi okurlarına hitap eden “kıtsc” örneklerdir.
Türkiye’de “kıtch” avami pazarda revaçtadır ve kâr getirisi garanti olunmuştur. İskender Pala, Ahmet Ümit, Ahmet Altan, Ayşe Kulin, Canan Tan, yılda bir roman yazarak, AQ düzeyi düşük fason imalat yapan bu edebiyatın “Şer Cephesi” diğer bir nitelendirmeyle “ Edebiyatımızın Lağım Fareleri” nin,
şahsiyetli ve haysiyetli tek bir romanları dahi yoktur. Tuna Kiremitçi’den
geriye ne kaldı?
TÜRKİYE’DE ÖZELLİKLE SON ON YIL DA “HER ŞEY KÖTÜDÜR” İYİ OLAN HAS ŞİİRDİR… HAS ŞAİRLER ŞİİRİN HAYSİYET HIRKASINI TAŞIR TÜRKÇE’NİN VE TÜRKİYE’NİN ŞEREF ANITLARIDIRLAR. ŞİİR TASALLUTU, TİCARETİ VE OPORTÜNİZMİ RED EDER.
Cumhurbaşkanlığı katından ödül alan İskender Pala’yı, bu iltimaslı ödül, sahih ve kanonik bir değer atfetmez ve Yazarlar Loncası’na kabul edilmesini sağlamaz… İltimaslı ödüller takdim olunan “oportünist” taifenin seri fason imalatları, uzun vadede mutlak butlanla maluldürler. Yok hükmündedirler.
Bu yüzden Türkiye ortamında, has şair ve has şiir kültür adına büyük bir kazanımdır. Yarınki kuşakların tevarüs edecekleri bir terekedir. Ve bu soy
yapıtlar hayatı ve kısmen de olsa dünyayı değiştirme işlevlerine de sahiptir.
Cemal Süreya’nın “Şapkam Dolu Çiçekle “ adlı eserindeki bir denemede “şiir
dünyayı değiştirme araçlarından biridir” tespiti önemli ve manidardır.
Taksim Gezi Parkı Direnişi’nin önemli ve toplumsal bir olay ve milad olduğunu, özellikle genç şairlerin şiirlerinde, siyasal, toplumsal bir içerik ve estetik mükemmellik içinde tezahür edeceğini tahmin ediyorum.
Çağdaş şiirde, yalınlıkla birlikte mânâda zenginlik ve ahengi cem edebilmek zor bir marifet. Zira İkinci Yeni şairlerinde narrativ edada uzun ve sözü çoğaltan örneklere rastlıyoruz. Nâzım Hikmet bile gereğinden uzun hatta çok uzun şiirler yazmıştır. Geleneğin santimantal, lirik romantik edası, bu alışkanlığı güçlendirmiştir. Şair Sina Akyol şiirimizdeki santimantal ve biçimsel aşınmayı ve alışkanlığı fark ederek, yeni bir yol aramak meselesini dert edinmiş bir şair. Emeği, sabrı ve yeteneğiyle başarıya ulaşmış. “Maksud şiirse mısra-ı berceste kâfidir” özdeyişini haklı kılan bir başarı. Divan Şiiri’ndeki Sebdk-i Hindi ve Nabi’de gördüğümüz ustalığı ıslah ederek, modern şiire irtifa kazandırmak, önemli bir başarıdır. Paul Valery’nin Poesie Pure olarak adlandırdığı “saf şiir” Sina Akyol’un şiirini de tanımlayan bir niteliktir. Bütün külliyata bakıldığında, Sina Akyol’un şiiri firesiz bir şiirdir. İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde bile “fire “ vardır.
Bu bireysel ve özgün deneyim toplumsal ve siyasal eleştiriden vareste değil. Toplumsalı, siyasal olanı da kuşatan bir yenilik ve biçemi (üslubu)
ile müsemma, imzalı bir şiir: Devrimci Yeni.
Genelde Türkiye’de değerli ve kıymetli olan nitelikleri tevarüs ve muhafaza edenler devrimcilerdir. Bu cümlemde bir paradoks yok. Şair Sina Akyol her zaman “Devrimci” olmayı başaran bir şair. Devrimcilik ilk mânâda verili şiiri ve biçimleri aşma kapasitesi olarak tezahür etmekte, siyasal devrimciliği ise 68 Kuşağına mensubiyeti “Tandoğan Meydanı” bir simgedir. Devrimci geleneğin arketiplerinden biridir. Tıpkı Taksim Meydanı gibi…
Ve bir öngörü: Türkçede
kifayetsiz pek çok manifesto yayınlanmıştır. Eğer şiirde devrime inanan genç
şairler varsa, Andre Breton’un sürrealist bildirisine imza atan Troçki
örneğinden hareketle, bir devrimci liderin mesela “Ertuğrul Kürkçü’nün de
imzalayacağı bir sanat şiir manifestosu gündeme gelebilir. Zira Sevgili Sina Akyol gibi ben de Türkiye’nin en büyük ve nadir zenginliğinin 68 Ruhu olduğuna inanıyorum. 68 ruhu 78 de içerir. Bu ruh Türkiye’deki kardeşliğin teminatıdır.
Mesela Meğer Söz Gümüş adlı kitabındaki ESKİLER SATARIM[i]
başlıklı şiir dün olduğu kadar günümüzü de kadraja alan bir mânâ ve art alan
zenginliği sunmakta:
Modernite, vahşi kapitalizm, emperyalizm,
patolojik milliyetçilik ve ABD ya da Avrupa’nın ıskartaya çıkmış silahlarının
depolandığı Türkiye, kokmuş süt tozları,
bugüne yansıyan görünümleriyle birlikte eleştirilmekte.
Ve insanın içini acıtan bir akıl
tutulması: Türk Milli Takımı”nın kaptanlığını yapmış Lefter
Küçükandonyadis, Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında, ada’daki konutuna saldırmaya
cüret eden patoloji. Milliyetçilik hâlâ bir patoloji ve travma Türkiye’de.
Şair Sina Akyol’un, Lefter
Küçükandonyadis’i selamladığı şiiri şöyle.
ESKİLER
SATARIM
(I )
Kedi
kaçıyor
tumofilin
altından
(Tumofil zilli )
Sus,
Dedim Hunday’a
Kediyle
kal. Hoşnut ol,
(2)
Uyurdu
kedi
Şevrole’nin
duldasında
mışıl,
uyurdu
(3
)
Bak,
dedim. Celal Bayar!
(belki
böyle anlatsa
Dokuz
yaşımı)
…
Eisenhower ‘le geçti
Kızılay
Bulvarı’ndan
…
… onlar geçedursun
Milli takım kampında
Ben gördüm, gazte yazdı
Turgay Metin Lefter Can
( ELLİ DOKUZ YILINI BAŞKA NASIL ANLATSAM? )
Nilgün!
Nermin Öğretmen! Süt tozu!
Alimunyum
kutuda sert peynir’
Bıçakla
keserdik; taze ve gevrekti! Kahkahamız”
Eğer Oğuz Atay “Türkiye’nin Ruhu” romanını yazabilseydi, Sina Akyol gibi Türkiye’nin ruhunun dün ve bugün değişmediğini görebilirdi. Şiirin böylesi bir gücü var. Uzun bir romanda anlatılacak konuları kısa bir şiirde kuşatmak, cem etmek. Şair Sina Akyol dokuz yaşındaki bir yaşanmışlığı, yirmi yıl sonra naklediyor… Şiirin yazılıp yayımlandığı tarihten bugüne geçen bir zamanı da kuşatıyor.
Otomobil sözcüğüne dili dönmeyen, “tumofil” diyen okuryazar olmayan köylü kasabalının Hunday, Şevrole, Eisenhower sözcükleriyle ve teknolojiyle karşılaşması. Sinop’a Nükleer Santral kurulması da, Japonların riski Türkiye halkına havale etme kurnazlığıdır. Dünyanın en güzel ülkesi Türkiye’de Nükleer santral kurmak bu ülkeye ve halkına yapılan bir garezdir, kötülüktür.
Milli, Milliyetçilik kavramlarının setr ettiği emperyalizme teslim olmuş ülke gerçeği ve panoraması ve bu illüzyonun örtüp sakladığı realite. Türkiye’de örtme, setr etme başkalaştırma, salt siyasal bağlamda değil kültürel ortamda da geçerli.
Eskişehir Sarıköy’de Yunus Emre’nin mezarının bulunduğu ve mezarın içinde seksen yaşında Türkmen kocası “bir eli göğsünde bir eli başının altında” olarak ajanslara gazetelere oradan mektep müfredatına dağılan sahtekârlığı da daha önce bir makalemde belirtmiştim… “bir eli göğsünde bir eli başının altında” ulviyeti çağrıştıran bir betimleme, ve Türkmen Kocası. Seksen Yaş. Ve mezar açılırken ortaya çıkan doğa ötesi metafizik olaylar, bir yalanı peydahlamak için üretilmiş desise ve hilelerdir. Üstelik bu yalan devlet ve bilim adamı namıyla maruf kişilerce uydurulmuştur. Gerekçe “Halkın moralini maneviyatını bozmamak için”. Yunus Emre ‘nin mezarı olarak saptanan yer kazılınca on beş cesetle birden karşılaşılması, bu büyük yalanın uydurulmasını gerektirmiştir. Bu minvalde Yunus Emre hakkında söylenenlerin tümü de yalan. Devletin resmi yalanlarından biri… Zira gerçek ve özgün eserin sahibi Yunus ( İONNES ) Emre, Hıristiyan. Zamanla Osmanlı da hâkim Sünnilik, şahesere sahip ve 1321 de vefat eden ( bir rivayete göre katledilen) gerçek ve Hıristiyan Yunus Emre’nin şanı gasp edilerek, sahte ve Sünni bir Yunus Emre ve geleneğini ikame etmiştir.
Hâlâ Yunus Emre’nin mezarının Eskişehir Sarıköy de olduğu yalanı halen sürdürülüyor. Bu yalan, orta mektepler ve üniversite müfredatı dâhil,
Diyanet İşleri Başkanlığı, ilahiyatçı olduklarını iddia eden, tasavvuftan dem
vuran, orta irfan sahiplerince devam ettiriliyor. Zira tasavuffun da bir pazarı
var. Bizim ilahiyatçılarımız, bir iki arif isim dışında “tüccar ilahiyatçılardır” Başta TRT olmak üzere Adi Türk Medyası zaten gizem, esrar, fal, astroloji, Budist terminlere, ufolara, artist ve futbolculara düşkün bir medyadır. Embesilleri mutlu eden ve onların “neşeli robotlar” olmasını başaran, ağırlıklı olarak “belden aşağı” insiyakları tatmin eden bir medyadır. Adi Türk Medyası, meşruluğun olmadığı, gayrı meşru olana ülfet ettiği bir medyadır. Sanal solcular da dâhil olmak üzere, bahşiş ve iane karşılığında, kalemlerini ve şereflerini satan, kiralayan, gazeteci namıyla maruf oportünist bir taifedir.
Şahesere sahip gerçek Yunus Emre’nin, Cemal Süreya, Haydar Ergülen,
Abdülkadir Budak ve Sina Akyol’a “el verdiğini” ve Yunus’un bugün de yaşamaya devam ettiğini söylemek mümkün. Ontolojik mânâda da… Hele Sina Akyol, Türkçenin rüşeym hallerini de tercüme etmesi, bu bağlantıyı kurmamıza yardımcı oluyor. Türkçenin rüşeym hali’nin Mercimek Ahmed’in Kabusname, Dede Korkut Hikâyeleri, Süleyman Çelebi’nin Mevlid’i Gerçek Yunus Emre’nin şiirlerinde görebilirsiniz.
Lefter Küçükandonyadis… Lefter Küçükandonyadis gibi bir onur anıtına yapılan saldırı…
Misaller çoğaltılabilir.
SİNA AKYOL İDİL ŞAİRİ Mİ, KIR GERİLLASI MI?
Sina Akyol’un şiir dünyası kır ağırlıklı bir dünyadır. Cahit Kulebi, Ceyhun Atuf Kansu’yu vefayla anması bu yüzden olmalı. Zalifre Yazıları’ndaki denemden bir alıntıyla devam etmek istiyorum: “Duygu ya da duygusal ıraya karşı mesafeli Sina Akyol, şiirinde gözlemlediğim ikinci büyük özellik, kır, kırsal, köy, kasaba, benzer mekânları ve duygu hallerini betimlerken, sanat ve şiir için en kolaycı yöntem olan “kelimelerle resim yapmak” yöntemine de mesafe koyması. Manzara, betimleme hayatın ve tabiatın yan anlamlarını da kuşatan, var oluş, sanat yapıtının değer ve var oluşu, ölüm, zaman, varlık gibi hakikatin ontolojik izharını açımlayan, önceleyen evet bir telkari ustası gibi, Türkçede “sözcük ekonomisini” en titiz biçimde önceleyen bir mükemmellik, şiire müthiş bir irtifa kazandırıyor.”[ii]
CHE’YE SELAM
Sina Akyol “Avluda “ adlı şiir
kitabında “BİR, İKİ, ÜÇ, DAHA FAZLA HÜZÜN “ [iii]
başlıklı şiirde Che’yi devrimi ve devrimcileri selamlar. Bir düzyazı şiirdir.
Semantik bağlamda ve düz anlam olarak Che ve Devrim siyasal efektleriyle
yansıtılır. Anlam genişlemeleri bağlamında Che “Kır Gerillası” simgesiyle “Kır”
ı anlatan, İdil yazan şairler olarak anlamalıyız. Sina Akyol şiirinde İdil art alanda bir uçtan bir uca uzanır. Kıra dair imge ve betimlemeler, anlam genişlemesiyle farklı derinlik ve irtifaları kuşatır. Che ayrıca genç şairin simgesidir:
“
İlahi Che! Gençsin, yakışıklısın, cesursun ve pek hoşsun” [iv]
Genç şiire övgü olduğu kadar da bir eleştiri de var. Gençlik, aşırı özgüven, anarşistlik, uçarılık vb.
Sina Akyol’da tabiatın, İdil’in Türkçede başka bir şairde görülmeyecek kadar bir çerçeveye sahip olması, sanıyorum Sina Akyol’un ve bizim kuşağın çocukluklarımızın tabiat içinde geçmesiyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Bizden öncekiler ve biz çocukluğu tabiat içinde geçen bir nesle mensubuz. Dağ, ova, ırmak, yayla, köy, bahçe, hayvanlar, at, yaşantı deneyimlerimizin var olduğu ortamlardı. Betonlaşan kentlerde yaşayan şimdiki çocuklar maalesef tabiat ve onun insana çocuğa sunduğu ve kattığı deneyimlerden mahrum. Şair Sina Akyol’da Baudelaire’nin “ Paris Sıkıntısı “ kitabındaki kent kaçkını olmaya arzulu olduğunu fark ediyoruz. Şehri “veba” sözcüğüyle tanımlamaktadır. Sina Akyol bizim kuşağa has çocukluğun kaybedilmiş cenneti, daha sonra şiir sanat bağlamında bir kaynağa dönüşmüş. “Tabiat Ana” kavramıyla da örtüşen, Odipal bir durum aynı zamanda.
“Eh,
böyle kalsın ve tükensin, veba artığı şehir.
(
şehir elbet tükenir. ve tükendikçe, kır muzaffer-
dir.
Öyleyse Che, hoş geldin sefa geldin, kırların ve
kırların
neşvünemasına .”[v]
Che şiirini okuyunca birden aklıma Cemal Süreya geldi.
Cemal Süreya, Tıpkı Sina Akyol gibi hâlâ genç değil mi?
Sina Akyol “Zurnanın ucunda yepyeni bir çingene” değil mi? Hem çingeneler kırda yaşam sürmezler mi?
Feylesof Heiddeger, ontolojisinde kır köy yaşamının modern şehir yaşamına göre daha sahici ve otantik olduğunu vurgular. Levi Straus’un “Yaban Düşüncesi” başlangıca dönüş ütopyası olarak okunabilir. Bugün geçmişte köken ve başlangıç olarak seçebileceğimiz saklı hazine ve değerlerin olması mümkündür.
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları
Edebiyat Kültür Sanat Dergileri
Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz