Hülya Avşar sorular soruyor, Ece Temelkuran yanıtlıyordu. Ece Temelkuran’ın Muz Sesleri isimli kitabından başlamışlardı sohbete. Gerçi bu seyrettiğim şeye sohbet demek haksızlık olacaktı. Zira Hülya Avşar soruya benzeyen bir şeyler soruyor, Ece Temelkuran onun ne sormak istediğini anlıyor ve mükemmel bir dille yanıtlıyordu. O kadar güzel şeyler söylüyordu ki haftalardır televizyon izlememiş biri olarak adeta hapsetmişti beni ekran karşısına.
Nasıl mutlu olunacağını anlatıyordu mesela, Nişantaşı’da ya da başka bir yerde alışveriş yapıp her istediğini alabilen zenginlerin de mutlu olmadığına inanıyordu. Mutluluğun ancak dayanışma ile olabileceğini söylüyordu. Evsiz çocuklarla yaptığı çalışmayı anlatırken Hülya Avşar’ın yüz ifadesini görmeniz gerekiyordu. Ona o kadar yabancı geldiği tüm aksi söylemlerine rağmen gözlerindeki şaşkınlıktan okunuyordu.
Her şeyin kaba olduğu bir ülkede yaşadığımızı anlatıyordu, ümide inanmadığını söylerken bile ümit aşılıyordu, bir şeylerin değişmesinin hiç de sandığımız kadar zor olmadığını söylerken o kadar inandırıcıydı ki, o saniye kalkıp hemen bir şeyler yapmak istiyordunuz.
Hülya Avşar’ın saçma sapan, hatta bilinçli yapmamış olsa bile son derece kışkırtıcı sorularına verdiği yanıtlarla insanlık dersi veriyordu herkese.
Hülya Avşar o kışkırtıcı sorularından temcit pilavı haline getirdiğini bir kez daha sorduğunda, yani “Peki ne yapmak gerekir?” sorusunu yinelediğinde, söz Tayyip beye kadar gelmişti. Tam bu sırada bir reklam arası verildi. Merakla bekledim reklam faslının geçmesini. Nitekim geçti ama beklediğim yoktu artık.
Evet Hülya Avşar yine sorular soruyordu ama karşısındaki kişi Ece Temelkuran değildi ve yeni şahıs Tayyip beye methiyeler düzmekle meşguldü.
Ece Temelkuran bu ülkenin yetiştirdiği en güzel insanlardan biri…