MÜSLÜM KABADAYI: COĞRAFYA, DOĞA DOSTU İNSANIN KADERDEŞİ OLUR
Eğitimci-Yazar Müslüm Kabadayı, İskenderun Ayna Kültür Sanat Derneği ve İnsan
Hakları Derneği Hatay Şubesi’nin davetlisi olarak “Politika-Poetika ve Edebiyat-Toplum”
konulu söyleşisini yapmak üzere Hatay’a geldi. 26 Ocak’ta İskenderun’da ve 28 Ocak’ta
Antakya’da yaptığı söyleşide, insanlığın ve doğanın geleceğine edebiyat ve politika
açısından ışık tutan Kabadayı’nın sunumu, katılanlarca ilgiyle izlendi. Katkılar, soru ve
yanıtlarla biten söyleşide şiirlerden, edebi yapıtlardan, politik çalışmalardan örneklerle
doğa-insan-toplum ilişkisinin can alıcı noktalarını dile getirdi.
Gülten Akın’ın İlkyaz şiirinden “Ah kimselerin vakti yok/ Durup ince şeyleri
anlamaya” dizelerinden yola çıkarak, “Bugün en çok ihtiyaç duyduğumuz şey, yeme-içme-
barınma gibi temel ihtiyaçlardan önce birbirimizi ve doğayı anlamaktır. Gezegenimizi yok
olmaya, dolayısıyla insanlığı da uçuruma doğru sürükleyen her türlü sömürü, tüketim ve
yabancılaşmanın önüne geçemezsek, kendi sonumuzu getireceğiz.” diyen Müslüm
Kabadayı, doğayla-insanın diyalektik ilişkisini ortaya koyarak çözüm önerilerini sıraladı.
“Milyonlarca yıllık insan türünün serüveni, Homo Sapiens’in 55 bin yıl önce meydan
gelen göçler sonucunda Neandertel ve Denisova türleriyle melezlendiği bir dönemle hız
kazandı. Özellikle tarım devrimiyle birlikte son 10 bin yılda Mezopotamya-Mısır-Anadolu
coğrafyalarında kurduğu uygarlıklarla birlikte sınıflı topluma geçti. Böylece doğaya
hükmetme davranışı ortaya çıktı ve Sümerler döneminde şehir devletlerinin kurulmasıyla
birlikte poli (şehir) sözcüğünden (polis de oradan geliyor) hareketle politika ortaya
çıkmıştır. Yani şehri, devleti yönetme sanatı olarak doğmuştur politika. Bunu da kitap
oylumunda Heseidos’un ‘Günler ve İşler’ yapıtıyla Platon’un ‘Devlet’ kitabı ortaya
koymuştur. Egemen sınıfın çıkarlarını dile getiren politikayı ortaya koyan bu kitapların
tümüne karşı eşitlik ve özgürlüğün gerçekleşeceği sınıfsız toplumu ortaya koyan yapıtı ise,
1848’de K. Marks-F.Engels ‘Komünist Manifesto’ olarak yayımlamışlardır. Bundan sonra
işçi-emekçilerin öncülük ettiği toplumsal ve siyasal devrimler 20. yüzyıla damgasını
vurmuştur.
Yazılı kaynaklara göre ulaşabildiğimiz ilk şair olan Ludingirra, Sümerce yazdığı
‘Sevgili Anneme’ şiirinde köleci toplumun kültürünü, mitolojisini dile getirmiştir. Bunu
Gılgamış destanı izlemiştir. Helen döneminin büyük şairi Homeros’un işlediği ‘İlyada ve
Odesa’da mitolojik çağın savaşları, aşkları ve inançları gösterilmiştir. O dönemin köleci
toplumunun tanrı ve tanrıçalarına, yani egemenlerine karşı Zeus’un Olimpiya Dağı’ndan
ateşi çalarak ısınmaya ve aydınlanmaya ihtiyacı olan halka veren Prometheus’un onurlu
direnişini yazan Aiskhylos’un ‘Zincire Vurulmuş Prometheus” trajedisi, Dünya’nın tüm
ezilen ve sömürülenlerinin ders aldığı önemli bir edebi yapıttır. Bunu, Spartaküs’ün
öncülük ettiği Roma egemenlerine karşı başlayan köle isyanı izlemiştir.
‘Poetika’ yani şiir sanatı sözcüğünü kitap oylumunda ortaya ilk koyan da Aristoteles
olmuştur. Onun sanatın doğuşunu mimesise, yani taklide dayandırmasından sonra çeşitli
sanat anlayışları, şairlerin poetikaları ortaya çıkmıştır. Hatay coğrafyamızın Hisarcık
köyünden çıkıp Düziçi Köy Enstitüsü’nü bitirerek şiiri, romanı ve deneme-incelemesiyle
Türk ve Dünya edebiyatına mal olan Ali Yüce’nin şiir anlayışını paylaşmak isterim. ‘Ezilen
bir halkın/ Gözü yaşlı silahıdır şiir/ Sılasıdır gurbette ölenin/ Üşüyenin giysisidir/ Aşıdır
ekmeğidir tuzudur/ İpek dokuyu çul giyenin/ Canına tak demesidir şiir’
Peki bugün insanlığın ve doğanın sömürü ve zulümden, yok olmaktan kurtuluşunun
simgesel ve imgesel ifadesini nerde görmekteyiz? Nâzım Hikmet’in kaleme aldığı ‘Davet’
şiirinin son bölümünde yer alan ‘Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ Ve bir orman gibi
kardeşçesine/Bu hasret bizim’ dizeleri, başka söze ihtiyaç duymayacak kadar her şeyi
özetlemektedir. Gezegenimizin, tüm insanlığın temel ihtiyacı olan eşitlik ve özgürlük
politikasının yeniden ete kemiğe büründürülmesine, her zamankinden daha çok ihtiyaç
duyduğumuz bir dönemde şiir başta olmak üzere sanat ve edebiyat, estetik bilincimizi
yeniden ayağa kaldıracak biçimde üretilmek, toplumun tüm hücrelerine kadar
yaygınlaştırılmak zorundadır. Bunun için buradayız.”