ŞİİRİ KİMLER YAZSIN?
“Türkiye’de her üç kişiden beşi şairdir” demiş bir büyük usta. Sonra onun dünyaya bakışıyla aralarında dağlar kadar fark olan çok kişi tekrar etmiş sözünü.
Başta o büyük usta olmak üzere böyle düşünenlerin bir kısmı elbette ki şiirle uğraşan adı sanı duyulmamış yüzlerce, binlerce insanı aşağılama amacında olamaz. Eserleri orta yerdedir çünkü ve o eserlerde halk sevgisi her sözcüğün ardında hissettirir kendini. Ama şurası kuvvetle muhtemeldir ki; o sözü kendince yorumlayan pek çoğu için şiirle uğraşmak “fasa fiso”dan başka bir şey değildir.
Şayet her üç kişiden beşinin şair olduğunu güya aşağılama amacı gütmeden söyleyen bir kişi, şiirde belli bir yere konulmuşsa ya da kendini belli bir yerde hissediyorsa ve ardından o beş kişiye; “şiirde daha önce yazılmamış bir şeyler yazmayacaksınız bu işe hiç bulaşmayın”, benzeri laflar ediyorsa; o zaman çok da samimi konuşuyor denemez.
Zira o kişi şiirle uğraşan beş kişinin daha önce yazılmamış bir şiir yazamayacağını herkesten fazla düşünmektedir zaten (Kendisi elbette ki beş kişiden biri değildir!) Aslında demektedir ki; şiirle uğraşmak kendi ve kendi gibilerinin işidir. Beş kişi bu işi kendi ve kendi gibilerine bırakmalıdır!
O beş kişinin bu işi bırakıp mesleklerine yoğunlaşmasını ister bu yüzden. Onların şiir yazmaktan aldıkları mutluluk, ruhlarına ve çevrelerine getirdikleri farklılık, dünyasına girdikleri yeni bir soluk umurunda bile değildir.
Onlar tencere satıyorlarsa, daha önce satılmamış bir tencere düşünmelidir boş zamanlarında. Mimarlık yapıyorlarsa benzeri çizilmemiş bir projeye odaklanmalı, sekreterlik yapıyorlarsa daha önce hiç kullanılmamış hitap biçimleri bulmalı, kalecilik yapıyorlarsa hiç gol yememek için yeni kurtarış modelleri üretmelidir!
Beş kişi için bunları isteyenler aslında bunları istediklerinin farkında bile değildir. Daha önce hiç yazılmamış bir şiir yazmakla hiç gol yememek arasında bir fark olmadığını bilmek işlerine gelmez çünkü. Halktan öylesine kopuklardır ki, halktan insanların şiir yazmaya teşebbüs etmesi tahammmül edilemez bir hakarettir öylelerine.
Keşke o büyük lafları edenlerin o sözlerinin üzerinden yüzyıl geçtikten sonra şiirde hangi noktada olduklarını görmek için dünyaya yeniden gelme şanşları olsa. O zaman farkına varacakları ilk şey yüzyıl önceki burun kıvırmalarının ne kadar haksız olduğunu görmekten başka bir şey olamayacak. O noktayı elbette bugün yaşayan hiç kimse göremeyecek ama tarih bütün ayrıntılarına dek not edecek.
Bir dönem kaplumbağalar üzerinde mum gezdirilen saray bahçelerinde ağzıyla kuş tutan divan şairlerinin kaç tanesinin ismini kaç kişi bilmektedir ki. Ama o dönemlerin anlı şanlı isimlerinin burun kıvırdığı halk şiirlerini milyonlar türlü biçimlerle sahipleniyor bugün.
Bu arada beş kişinin beşinin de boş zamanlarında mesleklerine yoğunlaşması mümkün olmayacak belki de.
Kimi kahve köşelerindeki okey masalarında dirsek çürütecek, kimi kalem yerine silah alıp her gol sonrası havaya ateş edecek, kimi kedilerin köpeklerin kuyruklarına teneke bağlayıp yollara salacak. Kimi uyuşturucu kullanacak, kimi dağlara çıkacak…
Listeyi uzattıkça keşke her üç kişiden yedisi şair olsaymış diyor kalemim.