3 “Haziran’da Ölmek Zor”
1095 yılında Hristiyanlığın en yetkin dinî lideri Papa II. Urbanus’un çağrısıyla başlayan Haçlı Seferleri çılgınlığı 1097 yılının sonlarına doğru Antakya kapılarına dayanmıştı.
İnançlı dindarlardan hayat kadınlarına, ipsiz sapsızlardan şövalyelere, topraksız köylülerden serüvenci derebeylerine dek yüz binlerce Avrupalı yakarak, yıkarak akın akın Anadolu’dan geçiyordu!
Bu çılgınlık o zaman Selçuklular tarafından korunan Antakya’ya varana dek Müslüman, Hristiyan, Musevi demeden binlerce insanı katletmiş, Bizans İmparatorluğu’nun başkentini bile yağmalamış, tarlaya dadanan bir çekirge sürüsü gibi önüne geleni dağıtmış, talan etmişti.
Armağan “günahlara af”, hedef ise “kutsal topraklar”dı ama fethettikleri yerlere bakınca hiç de öyle olmadığı anlaşılıyordu.
İzmir’den Antalya’ya Bodrum’dan Urfa’ya dek Anadolu’daki pek çok yerleşim yeri kimi zaman yüzlerce yıl süren hakimiyetlerle Haçlıların elinde kalmıştı.
Saldırdıkları topraklarda devletçikler de kurmuşlardı ve bir dokunan olmasa o devletler belki günümüzde de yaşıyor olacaklardı.
Kurulan devletçiklerden biri Urfa’da, biri Trablus’ta, biri Kudüs’te, biri de Antakya’da idi.
Antakya kuşatması aylarca sürmüş, çılgın gözler insan eti yiyecek kadar dönmüştü!
Devasa surlarıyla aşılmaz bir kalenin içindeki Antakya, ancak bir ihanet sonucu ele geçirildiğinde, içinde yaşayan halkın tek seçeneği ölmekti.
Tarih 3 Haziran 1098’di.
Raşid Erer, birçok Batılı kaynaktan aktardığı bilgileri de içeren “Türklere Karşı Haçlı Seferleri” isimli kitabında şöyle yazıyordu:
“Antakya’nın bütün meydanları cesetlerle doluydu. Bunlardan çıkan iğrenç koku, oralarda durmaya engel oluyordu. Sokaklarda yürüyebilmek için ölülere basmak gerekiyordu. İki gün sonra kokudan geçilmez oldu”
Aşağıda bir bölümünü verdiğim dizeler, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Haziran’da Ölmek Zor” isimli şiirinden.
Hasan Hüseyin bu şiiri 3 Haziran 1963’te hayatını kaybeden Nazım Hikmet için yazmış.
Bir başka 3 Haziran’da, 3 Haziran 2013’te hayatını kaybeden Abdullah Cömert için paylaşmak istedim…
(…)
gece leylak ve tomurcuk kokuyor
‘uyarına gelirse tepemde bir de çınar’ demiştin yıllar önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki manda gönü
demek ki
şile bezi
bir de memedin yüzü
bir de saman sarısı
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
yıllar var ter içinde taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran 63’ü
(…)