Öykü: Mum Işığı, Yazan: Gülten Ağrıtmış
MUM IŞIĞI
Yüreğim sıkışıyor yine. Tam öğle uykusuna dalmışken kapının zilini duyuyorum. Kalkıyorum. Aceleyle kapıyı aç- maya gidiyorum. Açıyorum kimse yok. Pencereye koşuyorum. Dışarı bakıyorum. Kimse yok. Geri yatağıma dönüyorum. Uzanıyorum. Ne zaman gelirim demiştin? Gelirim demiş miydin? Yoksa yine gelmeyecek miydin? Saatime bakıyorum. Zil sesi yok şimdi. Yeniden dalmak için uykuya, gözlerimi kapatıyorum. Dalamıyorum. Dün akşam geleceğini söylemiştin kimbilir gelirde duymazsam kapının zilini ne yaparım. Kaç gündür görememişliğin özlemi var içimde. Sabahtan beri evi düzenliyor, acemice temizlik yapıyorum. Banyoya girdim, belki tam bir saat. Sakallarımı düzelttim. Bıyıklarımı kestim, üst dudağım görünecek şekilde. Sonra da vazgeçtim, hepsini birden kestim. Küçük bir keçi sakalı bıraktım çenemde. Sever miydin böyle bilmiyorum! Hiç görmedin ki traşlı halimi. Ya keçi sakalımı… Ben de görmemiştim bu halimi.
Fena da olmadı hani. Artık dudaklarım tamamen ortada. Sevmezdin bıyığım varken üst dudaklarımın kapanmasını. O yüzden sık sık düzeltirdim bıyığımı. Artık sık sıkta düzeltemiyordum. Şimdiden sonra da hiç düzeltme derdim kalmayacak.
Sabahları sinek kaydı, o kadar. Bir görsen bu halimi… Yine kalbim çarpmaya başladı. Neden böyle heyecanlanıyorum ki. Saçlarım kulaklarımın altındaydı. İki hafta oluyor, berbere gittim. Al dedim, hepsini al. Kısacık saçlarla çıktım berberden. Oradan işe gittim. Kısacık saçlarım, bıyığım ve sakalımla. Kimisi beğendi, kimisi beğenmedi. Akşama doğru yine o önüne geçemediğim heyecan dalgasıyla boğuşmaya başladım. Çünkü birazdan seni görecektim. Beğenecek miydin kısa saçlarımı? Ta ki seni görene kadar… Sana yaklaştığımda her an ölebilirdim. Teşhis de kalp krizi olurdu, ama ölmedim. Seninle konuştum, gülüştüm. Şaşırdın. Kabarık saçlarım yoktu. Sonra da beğendiğini, yakıştığını söyledin ama bıyığımın ve sakalımın uymadığını da belirtmeden edemedin. O akşam ayrılırken öptüm seni. İki kere. O günden sonra işyerinden sık olmasa da telefonlaşıyoruz. Dün dayanamadığını günlerden biriydi. Tam dört kere işyerine telefon açtım. Dört ben, bir sen açtın. Ne bulduk konuşacak? Bulduk işte. Yeni iş yerini anlattın. Karşıdaydı. Ben de yeni iş yerimi anlattım. Benimki de karşıdaydı. Ama ters istikametlerde. Daha önce ne güzel aynı yerde çalışıyorduk. Nerden çıktı değişiklik arama kararı? Senden mi, benden mi? Neden? Ne eksikti eski çalıştığımız yerde? Eksikti tabi. Çok şey eksikti. Bize göre değildi orası. Ama aynı anda karar verişimiz ve uygulamaya koyuşumuz çok hoş doğrusu. Aynı anda değil aslında. Önce ben karar verdim. Gelmiyorum artık dedim.
Bir aydır irtibat kurduğum yerlerden biri de tam bu kararımı uygulamaya koyduğum bir anda cevap verdi. O yüzden hiç boş kalmadan yeni işyerimde çalışmaya başladım. İlk bir hafta işten çıkınca direk sana uğradığım için senin yokluğunun farkına varmıyordum. Sonra sen ayrıldın. Yeni işyerin yolumun üzerinde değildi. Uğramaya kalktığımda da ertesi günüme işe geç kalkmakla başlıyordum. O her günkü birliktelikler yavaş yavaş azalmaya başladı. Sen ve ben apayrı dünyalarda koşturmaya başlamıştık. Neden apayrı? Birlikte olamaz mıydı bu koşturmaca? Olamıyordu işte. Olamıyordu. Sorma bu soruyu kendine. Kabul et işte, bu koşturmaca ayrı olacaktı.
Kimse kimseye yapışık yaşayacak değildi. Yapışık da yaşanmazdı zaten.
Yerimden kalktım. Mutfağa gittim. Buzdolabını açtım. Çekmecede kalan son iki şeftaliye baktım. Canım şeftali istiyor. Bir tanesini aldım. Soymaya başladım. Eskiden de soyar mıydım şeftaliyi, belki soyardım yumuşaksa. Şimdi sert olsun, yumuşak olsun soyuyorum. Buna da senden alıştım. Ne çok şey geçti senden bana. Şeftaliyi yiyorum. İkincisine de uzanıyorum. Onu da soyuyorum. Dilimleyip pencerenin önünde duruyorum. Ayakta dışarı bakarken dilimlerimi yiyorum. Vakit geçmiyor. Şeftali de kalmadı. Halbuki son şeftaliyi sana ayırmayı düşünmüştüm. Niye son şeftali olsun, bakkallar açık gidip alabilirim istediğim kadar kiloyla. Al işte eski tutumluluk. Şimdi ki maaşım eski yerin iki katı kadar.
Artık tutumluluk sıkıntısına paydos demeye alıştır kendini. Hani eski cömertliğin. Para olmayınca cömertlikte olmuyor. Ya parası olup da cömert olmayanlar. Yok, onlardan biri olmaya niyetim yok. En iyisi giyinip bakkaldan bir, iki kilo şeftali almak… Şeftaliyi de seversin. Soyarım sana, hazırlar koyarım. Aynaya gidiyorum, kendime bakmaya. Beğenir diyorum içimden. Son keçi sakallı halimle ayakkabılarımı ayağıma geçirip bakkala gidiyorum. Elimde şeftaliler eve dönüyorum. Buzluktan bir ızgara tavuk, bir but çıkarıyorum. O gelene kadar ancak çözülür. Dün konuştuk gelebilirsem gelirim dedin. Değişiklik olursa ararım dedin. Aramadın. Geliyor musun?
Çalışma masama yöneliyorum. Bir süre vaktin nasıl geçtiğini fark etmiyorum. Yarından sonraki güne hazır olması gereken işimle uğraşıyorum. Neredeyse yarma gerek kalmayacak. Saat kaç oldu ki! Hemen hemen işim bitmeye geldi. Saat kaç? Neden aramadın, geliyor musun?
Duvar panoma bakıyorum. Panomun üzerinde notlar, resimler asılı. Resimler… Orda senin resmin de var. Nerdeyse çoğu senin resmin… Onlara bakıyorum. Özlediğimde yakınımda olmadığında, içinde senin olduğun kağıtçıklara dokunuyorum. Akşama az kaldı. Yarın yine iş. Yatağıma gidiyorum. Uzanıyorum. Telefon çalıyor. Eski işyerimden bir arkadaş. Biraz önce şenle konuşmuş arayacaksan gelemeyeceğini söyle demiş. Gelemiyorsun. Bir iş toplantın varmış. Açacak bunu bildirecek vaktin bile yok. Keçi sakallı halimi göremiyorsun işte. Kim bilir görüşene kadar yine uzar sakalım, bıyığım. Bugünün bekleyişinden, bugünün özleminden habersiz bir başka güne atılan birlikte olma kararı. O gün hangi gün? Yok gelemiyorsun bugün. Bunu kim yiyecek, aldığım şeftaliyi? Telefon açmam gerekiyor mu şimdi? İstesem açabilir miyim?
Açabilirim. “Gelmiyormuşsun” derim. “Gelemiyorum” dersin.” Evet gelemiyorsun” derim. Bugün sana, işyerine uğramamı istemiştin. Ben beklemeyi yeğ tutmuştum. Keşke uğrasaymışım. Kesin gelmiyorum desen uğrardım belki şu iki haftanın özlemi için. Ama akşam artık. Ve sen tam yarım saat sonra işten ayrılacaksın. Toplantıya gideceksin. Tek tatilim olan bugün de sen olmadan yok olup gidecek.
Mutfağa gidiyorum. Budu buzluğa koyuyorum. Ocağa da zeytinyağı… Bekliyorum ısınmasını. Izgaralık tavuğu yağa koyuyorum. Kızarana kadar kapağını kapalı tutarak bekliyorum. Şöyle on beş dakika kadar. Şimdi hazır. Tek başıma, tek tatilim olan bugün, tek ızgaralık tavuğumu yiyorum! Karşımda duran boş sandalyeye bakıyorum. “Orda mısın?” diyorum. Yüreğim sıkışıyor yine. Çalışma odama gidiyomm. Yarından sonraki güne hazır olması gereken işi bitirmeye koyuluyorum. Bir ara saatime bakıyorum. Şimdi işten çıktın. Vapura yetişmek için yoldasın.
Telefonla da arayamam artık. Neden telefon bağlattırmıyorsun ki? Dayanamıyorum bazen mektuplar yazıyorum. O kadar. Yazmayı da sevmiyorsun ki. Yine de yazıyorum. Cevapsız, yazıyorum. Ayrı yerlerde oluşumuz mu bana yazdırtıyor. Eskiden mektup yazmazdım. Yazmama gerek kalmazdı, çünkü aynı ortamdaydık. Bu gidişle yazmama yine gerek kalmayacak bu sefer de görüşemeden, ayrı ortamlarda geçecek günlerimiz. Şimdi tam orta dönemdeyiz. Her günkü birliktelikler bitti. Yavaş yavaş azalıyor. Sonra hiç birliktelik olmuyor. Keşke telefon çalmasaydı. Eski işyerinden bir arkadaşla konuşmasaydım. Gelemeyeceğini, ya da gelmeyeceğini öğrenmeseydim… Şimdi edebilecek hayallerim de kalmadı. Uçtu gitti. O ruh halim kayboldu, başka bir ruh hali kapladı sanki bedenimi.
Rahatlamak için banyoya giriyorum. Duş alıyorum. Saçlarımı şampuanlıyorum. Senin şampuanınla. Kokluyorum. Uzun saçlarının kokusu…
Pijamalarımı giyiniyorum. Dişlerimi fırçalıyorum. Senin hediye ettiğin fırça dişlerimin arasında, fırçalıyorum. Komidinin üzerinde beni deli eden kokun. Bileğime sürüyorum. Şimdi yatağımdayım. Bileğimde senin kokun. Seninle birlikteyim, sensiz. Gözlerim kapalı, uykunun gelip beni almasını bekliyorum.
Gözlerim kapalı.
Gülten Ağrıtmış
Not: Gülten Ağrıtmış’ın bu öyküsü yazarın 2016 yılında Baygenç Yayınları tarafından kitaplaştırılan Bengisu isimli öykü kitabında yer almıştır.
Kitabı buradan edinebilirsiniz!
Gülten Ağrıtmış’ın diğer yazıları burada
5846 Sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanununca korunmaktadır/ 81. Maddesi gereği her eserin tamamının telif hakları yazara aittir.