AYLARDAN EYLÜL’DÜ…
Aylardan Eylül’dü yıllardan 1939…
İnsanlık suçu, Nazi üniforması giymiş Polonya’ya
saldırmıştı. Dünyayı yerle bir edecek, milyonlarca insanın yaşamına son verecek
ikinci paylaşım savaşının tarihiydi..
Aylardan Eylül’dü yıllardan 1955…
İplerinden kopmuş bir güruhtu zulüm. Ağzındaki salyalarla
saldırıyordu ötekilere. Yakıyor, yıkıyor, yağmalıyordu. Ceplerine sığmayanları
kırıyor, İstanbul’un renklerini taşlıyorlardı. Kökleri yüzlerce yıla dayanan on
binler artık memleketlerini terk edecekti.
Aylardan Eylül’dü, yıllardan 1970…
Eylül’ün adı “Kara”ydı, binlerce Filistinli güvenip de
sığındıkları topraklarda, güvendikleri otoritenin ihanetine uğradı. Çoğu öldü,
kalanları sürüldü…
Aylardan Eylül’dü, yıllardan 1973…
Halkın katili cuntalardan birinin kılığındaydı ölüm. Sam amcanın “boy”ları
Şili’de görünmüştü. Uzun yıllar süren diktatörlük bizdekinden ya da
başkalarındakinden farklı değildi. Ortak payda hepsinde olduğu gibi işkence,
ölüm ve cezaeviydi.
Aylardan Eylül’dü, yıllardan 2001…
Ölüm birkaç adet uçaktı. Birileri Sam amcayı evinde vurmuştu. Suçsuz günahsız
yüzlerce insan dünyanın dört bir yanında fırtınalar eken sistemin bir sonucu
kırılıp gitmişti. Sam amcanın Sovyetleri vurmak için türettigi “boy”lar
silahlarını Sam amcaya çevirmişlerdi.
Aylardan Eylül’dü.
Kimimiz daha doğmamıştı, kimimiz küçücük bir çocuktu.
Kimimiz okul telaşında, kimimiz ekmeginin derdindeydi. Kimimiz son
günlerini yaşıyor, kimimiz hayatı yeni yeni anlamaya çalışıyordu.
Top oynadığımız sokaklar, ip atladığımız kaldırımlar, sevdiğimizle buluştuğumuz
köşe başları, hakkımızı aradığımız meydanlar; bir sabah gökgürültüsünü andıran
seslerle kara kara zırhlıların tecavüzüne uğramıştı.
Biz Türkiye’deydik ama okyanuslar ötesinden gelen komutun işaret ettigi tanklar
dünyanın başka başka yerlerinde de, başka başka zamanlarda da kışlalarından
böyle çıkmıştı. Dünyaya balans ayarını böyle yapıyorlardı.
Kimimiz Hasan Mutlucan’la uyanmıştık o sabah, kimimiz gözlerini netekimin
sesiyle ovuşturmuştu.
Kimi daha olan biteni anlamadan bayraklarla pencereye
çıkmıştı, kimi komşularımızı götüren iskencecileri alkışlamıştı.
Kimimiz Nazım Hikmet’in kitaplarını kömürlüğe saklamıştık, kimimiz orada da
bulurlar diye yakmıştık. “Beşinci Lenin”in kitabını bulunduranlarımız
ya mahalledeki bir kara maskeli tarafından ispiyonlanmıştı ya da cellatlar bir
gece ansızın gelebilsin diye kapılarına çarpı işareti yazılmıştı.
Kimimiz teslim olmamak için daga çıkmıştı, kimimiz duvarlara
“HAYIR” yazarken kurşunlanmıştı.
Kimimiz işkencelerde lime lime doğrandı. Kimimiz on yedisinde
darağacında sallandırıldı…
Aylardan Eylül’dü, yıllardan 1980.