BİR KARA LEKE: 19 ARALIK 2000, “HAYATA DÖNÜŞ OPERASYONU”
Gezi Direnişi sürecinde sokaklarımızın ve insanlarımızın bizzat soluyarak yaşadığı, Çarşı Taraftar Grubu’nun “Sık bakalım,” diyerek ürettiği nükteli sloganlara konu olmuş biber gazlarının dört duvar arasına sıkıştırılmış yüzlerce tutuklunun kaldığı hapishane koğuşlarına uygulandığı bir günün tarihiydi 19 Aralık. Normal koşullarda bile soluk almanın zaten zor olduğu tıkış tıkış hapishane koğuşları, 19 Aralık 2000 tarihinde o biber gazlarının binlercesine hedef olmuştu. Mahiyeti ve türü bugün dahi bilinmeyen, üzerlerinde “Kapalı yerlerde kullanmayın”, “Bombayı insan ve yanan madde olmayan sahaya fırlat,” gibi ibarelerin yer aldığı çeşit çeşit gaz ve sinir bombaları, kendilerini demokrasi mücadelesine adamış devrimci tutukluların üzerinde insanlıkla yaşıt bir nefretle denenmişti.
O insanlık dışı gazlar ve kimyasallar belki daha önce de talihsiz mekanlar ve kurbanlar üzerinde kullanılmıştı, belki de gerçekten ilk kez deneniyordu ama bütün çıplaklığıyla kamuoyu tarafından görülmesi, televizyon kanallarından hissedilmesi gerçek bir ilkti. Hissedilen acı kısa sürede atlatılan bir şoktan çok daha fazlaydı.
İnsan, kimi zaman o lanet dumanın parça parça ettiği akciğerlerini sanki vücudunu istila etmiş bir yaratığı kusmak ister gibi ağzından atmak istiyor, iç organları alt üst oluyor, kimi zaman bilincini kaybediyor, ellerinin ve ayaklarının hareketlerini kontrol edemiyor, asla atmak istemediği çığlıkları atmak zorunda kalıyordu. Kimi zaman en sadist insanın kurgulamaya teşebbüs ettiğinde aklına bile gelmeyecek bir kimyasala maruz kalıyor, Bayrampaşa Cezaevi’ndeki gibi tutukluların elbiselerine milim zarar vermeden doğrudan vücutlar yanıyor, lime lime eriyordu.
Maruz kalan kişinin gözlerini bile açamadığı, açmayı başarsa bile kesif bir gaz bulutundan başka hiçbir şeyi göremediği saatler boyunca yapabileceği tek şey iş makinaları devreye girip sırtını dayadığı son duvar parçası da imha edilene dek direnmekti. Temiz havaya benzer tek şey hapishane duvarlarının birer birer imha edilmesi sonucu oluşan boşluklardan içeri sızan atmosfer kırıntılarıydı.
Ama ne bu çeşit çeşit gaz ve sinir bombaları, kimyasallar yetmiş, ne de taş üstünde taş bırakmayan iş makinaları sonuç vermişti. Nükleer bir tesiste sızıntı üzerine verilen alarm ile donanmış personeli andıran askerler ellerindeki otomatik silahlara da defalarca başvurmuştu. Orantısız şiddet denilen kavramın en orantısızıydı 19 Aralık 2000. Bu şiddetin adına ise “hayata dönüş” denmişti. Ortaya çıkan korkunç tablonun hesabını vermek durumunda kalanlar her katliamda her zaman rastlanılan demagojilere yeltenmiş, “mahkumlar kendilerini öldürdü,” gibi ipe sapa gelmez iddiaları üretmekten geri durmamışlardı. Oysa katliam sonrası yapılan tüm araştırmalar, alınan tüm bilirkişi raporları gerçeği apaçık ortaya koymuştu. Hayatını kaybeden bir askerde yapılan otopsi ölümüne neden olan kurşunların ancak askerlerde bulunacak bir silahtan çıktığını gösteriyor, can vermiş tutukluların vücutlarında bin bir çeşit öldürücü kimyasal bulgulara ve uzun namlulu silahlardan fırlamış namert kurşunlara rastlanıyordu.
Operasyonu düzenleyenler dört duvar arasına hapsedilmiş tutuklulara sandalyede elleri kolları bağlı bir adama işkence eder gibi vurmuş, vurmakla da yetinmemiş katletmişti.
Acı bilanço, ülkemiz yakın dönem tarihindeki en kara lekelerden biriydi. Can güvenliği devletin elinde olan otuz tutuklu katledilmiş, yüzlercesi yaralanmış ya da sakat kalmıştı.
Bu yazı ODTÜlüler Bülteni‘nde yayımlanmıştır.