ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNİ ANARKEN
“Adını hiç duymadıkları bir yere” çok uzaklardan gelip “asla unutamayacakları bir öykü”yle yurtlarına dönmeyi başaranlar, tarihlerindeki en önemli olay diye anarlar o günleri. Onlar, “dünyayı yenenlerin yenildiği yer”e her yıl hiç bıkmadan usanmadan gelirler. Avustralyalıların, Yeni Zelandalıların, ve dahi adlarını hiç duymadığımız adalıların oluşturduğu on binler, atalarının boğazlamak için geldikleri Türk askerleriyle beraber neredeyse bir yüzyıldır koyun koyuna yattıklarını bilirler bir yarımadada…
Orada dünyanın gördüğü en büyük savaşlardan birini yapmışlardır ataları… Devrin en büyük emperyalist devletleri en can alıcı silahlarıyla donatmış, kendilerinden binlerce kilometre uzaktaki bir vatana saldırmaları için topun ağzına sürmüştü atalarını. Devrin en gelişmiş donanması bütün cephanesini Anadolu’ya kusmak için hazırlanmıştı. Boğazı geçip İstanbul’u ele geçirmek, yani Osmanlı devletini bitirip; müttefikleri Rus çarlığına bir yol açmak ve böylece asıl çelişkileri olan Alman emperyalizmine bir darbe vurmaktı bütün amaçları… Ama başaramamışlar, yenilip gitmişlerdi…
Çekip gittiklerinde yüz binlerce ölü ve yaralı bırakmışlardı arkalarında. Mustafa Kemal’in önderliğinde ölüme yürüyen Anadolu insanı tarihte eşi görülmemiş bir direnişle korumuştu vatan topraklarını. İşçisi, köylüsü, memuru, doktoru, mühendisi yüz binlerce şehidin kanıyla yoğrulmuştu o yarımada.
Yoksul Anadolu’nun her köşesi bu ağır savaşın izini her saniye derinden hissedecek ve daha henüz yaralarını sarmadan giriştiği kurtuluş savaşı ise Çanakkale’de kazanılan umudun ve coşkunun büyük etkisiyle zafere ulaşacaktı.
Ne var ki çok ağır bedeller ödenerek kazanılmış o büyük zaferler, emperyalizmin yeni yüzünü anlamayan ya da çıkarlarını onlarla beraber olmakta gören iktidarlar tarafından bir kalemde unutulacaktı.
18 Mart 1915’te sulara gömülen Bouvet zırhlısı ya da Irresistable, 6. Filo ya da bilmem ne tatbikatı, ikili ya da bilmem kaçlı anlaşmalar veya süt tozu kılığıyla girecekti boğazlara artık. Yeni maskeli emperyalizmin gelişini genelevleri beyaz badanayla boyatarak karşılayanlar, “Küçük Amerika’yız” palavralarıyla halkı kandıracaklardı bir yandan. Yaptıkları iş Çanakkale’yi tanksız topsuz geçirip; konuşma dilinden sokak isimlerine, mağazalardan panolardaki reklamlara kadar bütün ülkeyi beyaz bayrak bile çekmeden, adım adım teslim etmekten başka bir şey değildi. Koca Seyit 276 kiloluk gülleyi kaldırırken aklının ucuna bile getirmezdi bu olan biteni. Yüzbaşı Hakkı beyin yüreği 17 Mart’ı 18 Mart’a bağlayan en kritik saatlerde Nusret’i düşman projektörlerinden kurtarmak için son kez çarparken elbette böyle bir gelecek düşlememişti.
Özelleştirme adı altında ülkemiz zenginliklerini uluslararası tekellere peşkeş çeken kaç kişi göğsünü gere gere “Çanakkale Geçilmedi” diyebilir ya da Koca Seyit’i, Tophaneli Hakkı beyi ve daha yüz binlerce vatan evladını layıkıyla anabilir şimdi.
“Elin gâvurları” binlerce kilometre uzaktan her yıl akın akın Anzak koyuna koşup haç çıkarıp dua ederken, Mustafa Kemal’e “deccal” deyip, beddua eden yobazların kaç tanesi Çanakkale anıtını ziyarete gidip Fatiha okumuştur ki… Mustafa Kemal’i ve devrimlerini karalamak için hiçbir fırsatı kaçırmayanların Yeni Zelanda’daki, Avustralya’daki Atatürk anıtlarının varlığından, o Anzak ülkelerinde Atatürk’e duyulan müthiş saygıdan haberleri var mıdır acaba?
Bir zamanların Missisipi’sini ya da Güney Afrika’sını hiç aratmayan sloganlarla Yahudilere, Ermenilere kin kusan kesimlerin Çanakkale zaferini sahiplenmeye, Çanakkale şehitlerini anmaya ne kadar hakkı olabilir? O savaşlarda şehit düşen çok sayıda gayrimüslimin olduğunu öğrendiklerinde kaç tanesinin yüzü kızarır acaba? Ya da Türkiye’deki her pisliğin ardında Kürt parmağı aramaya alışmış birileri Çanakkale’de Türklerle omuz omuza şehit düşen nice Kürt insanı için hangi iftiraya sarılabilir?
Ya da “En kesif orduların” dördü beşi Irak’a saldırırken, 1915’te Çanakkale sularını aşmaya kalkışan armadadan çok farklı bir amaca sahip olduğunu kim iddia edebilir onların? 2 Mart tezkeresini Meclis’ten geçirmek için akla karayı seçen takiyyeciler, Çanakkale boğazıyla ülkemizden Irak’a geçiş koridoru arasında kaç tane fark gösterebilir?
Gösteremezler ve üstelik göstermeyeceklerdir de…
Peki ya bu sorulara onlarla aynı yanıtı vermemek de o büyük zaferlerin önemini yeterince anlamakla eş anlamlı olabilir mi?
Şayet Çanakkale’deki “dünyayı yenenler” o emellerinden hiçbir şey kaybetmemişlerse, Çanakkale şehitlerini anmak dünyada bir eşi olmayan o boğaz harbinden dersler çıkarmayı gerektirmez mi?
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları
Edebiyat Kültür Sanat Dergileri
Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz