DOMUS AUREA
Roma, MS 64 yılında çıkan ve büyük bir felaket olarak kayıtlara geçen bir yangın sonucu çok büyük oranda hasar görmüştü. Günümüzde hala tartışılan bir iddiaya göre yangının müsebbibi o dönemin imparatoru Neron idi. Yangına onun sebep olmadığı, ona haksızlık edildiği, hatta yangından sonra şehri onarmak için çok çaba harcadığı konusunda görüşler de hiç az olmamakla birlikte, acımasızlığı ve savurganlığı konusunda yaygın bir kanı var.
Antakya’da da onuruna basılmış pek çok sikke bulunan Nero, Neron ya da Lucius Domitius Ahenobarbus, MS 37 ve MS 68 yılları arasında yaşadı ve 17 yaşında tahta çıktı. İmparatorluğunun ilk yıllarında etrafındaki saygın ve becerikli kişilerden aldığı desteklerle birlikte halkı adına olumlu işler de yaptı ama iktidarı tehlikeye girdiği andan itibaren giderek acımasızlaştı ve çevresindeki en yakın kişiler, hatta aile üyeleri dahil olmak üzere karşısına çıkan ya da karşısında gördüğü herkesi ölüme gönderdi.[1]
Savurganlığının en önemli görünümlerinden biri ise yanan Roma’da boşalan devasa alanda, şehrin adeta göbeğine yaptırdığı ev ya da saraydı. Büyük tepki çeken ve Domus Aurea denilen bu saray ağır vergilerle ve müthiş bir masraf harcanarak yapılmıştı. Üç yüz odalı olduğu tespit edilen sarayda bolca altın kullanıldığı, şatafatlı partilere ev sahipliği yaptığı, fildişi aksesuarlarla donatıldığı birçok kayıtta geçiyor.
Neron’un trajik ölümünden sonra üzeri toprakla örtülerek ortadan kaldırılan bu saray ve villaları adeta tarihe gömüldü ve bulunduğu alan yakın bir zamana kadar restorasyon çalışmaları nedeniyle insanların girişine dahi yasak bir bölge olarak kaldı. Ancak 2000’li yıllara gelindiğinde restore edilebilmiş bir bölümü turistlerin ziyaretine açıldı.
Tarihteki ikinci bir Domus Aurea ise Neron’un sarayından yaklaşık 300 yıl sonra Antakya’da yapılacaktı.
“Altın Ev”, “Altın Kilise”, “Büyük Kilise” ya da “Antakya’daki Büyük Kilise”[2] olarak da adlandırılan bu yapı MS 4. ve 6. yüzyıllar arasında hizmet vermişti. Sekizgen olarak inşa edilen bina Antakya’da Kilise tarafından verilen vaazların merkeziydi. Hristiyan dünyasında “Altın Ağız” diye bilinen John Chrysostom (Ms 349 – MS 407) üstün hitabet yeteneği ile bu kilisenin en önemli aktörüydü. 327 (bir başka kaynağa göre 325) yılında İmparator Constantine döneminde inşasına başlanmış, 341 yılında oğlu Constantius II döneminde tamamlanmış kilise, 526 yılına kadar rutin faaliyetlerine devam etmişti. Domus Aurea, Pers saldırılarından da zarar görmüştü. 528 yılında meydana gelen büyük depremde ise bir daha onarılmamak ya da yerine yenisi yapılmamak üzere tarihe karışmıştı.
Bugün ayakta olsa St. Pierre Kilisesi ya da Ayasofya kadar önemli olacak bu kilise 1930’larda yapılan kazılarda özel olarak aranmasına rağmen bulunamamıştı.[3] 1932 – 1939 yılları arasında “Committee for the Excavation of Antioch and Its Vicinity” (Antakya ve Çevresi Kazı Komitesi) yani tam da Antakya’nın Fransız işgal döneminde olduğu yıllarda yapılan kazı çalışmalarının başlıca hedeflerinden biri bu kiliseyi ve hemen ona bitişik durumda bulunan emperyal palası bulmaktı. Kazıyı yapan ekipler, Antakya Arkeoloji Müzesi’ni dünyanın en büyük müzelerinden biri haline getirecek onca eseri bulmalarına karşın sırf bu yapıya ulaşamadıkları için ülkelerine üzgün olarak dönmüşlerdi.
Ama ülkelerine giderken pek çok şeyi de yanlarında götürmüşlerdi. Götürdükleri eserler güya kazıya sponsorluk eden müzelerde sergilenmekte günümüzde.
Kazıyı yürüten ya da sponsor kuruluşlardan bazıları şunlardı: Louvre Müzesi, Baltimore Sanat Müzesi, Worcester Sanat Müzesi, Princeton Üniversitesi, Wellesley Koleji, Fogg Sanat Müzesi…[4]
[1] Temel Britannica
[2] Oktagon, Altın Oktagon gibi adları da var
[3] Bazı kaynaklarda kazının yanlış yerde yapıldığı hatta başka bir yerde kalıntılarına ulaşıldığı gibi bilgiler yer alsa da netliği konusunda bilgi sahibi olmadığım için bu görüşlere asıl metinde yer vermedim. Bunu yaparken düşüncem böyle bir yapının ortaya çıkarılmasının büyük ses getireceğini ummamdı. Yine de kaçırmak, iyi takip edememiş olmak ya da yeterince ses çıkmaması gibi olasılıkları da dikkate alarak bir açık kapı bırakmak gerektiğini dipnotta da olsa paylaşmak istedim.
[4] The Fate of the Antioch Mosaic Pavements: Some Reflections, Claudia BARSANTI