Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

DÜNYA SENDİKACILIK TARİHİNDEN NOTLAR

DÜNYA SENDİKACILIK TARİHİNDEN NOTLAR

Avrupa’da kapitalizmin ekonomik ve toplumsal bir düzen
olarak yerleşmesiyle beraber bu sistemin en mağdur kesimi olan işçiler de doğal
olarak harekete geçmiş ve gaspedilen haklarını geri almak, mevcut haklarını
korumak ve geliştirmek için çeşitli mücadele ve örgütlenme yollarına girmişlerdir.

Sendikaların ortaya çıktığı koşullar işçiler için en ağır
dönemlerden biriydi. Korkunç miktarlara varan işsizliği de kullanan egemen
kesimler işçileri karın tokluğuna çalıştırıyor, günün büyük bir kısmını
fabrikalarda ve çok zor şartlar altında geçiren işçiler kendilerini yenilemek
ve ertesi gün yeniden üretime geçmek için ancak birkaç saatlik boş vakit
bulabiliyorlardı. Marx’ın deyimiyle “Zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyleri
yok”tu ve bu yokluk sendikal hakların kazanılmasında biricik nesnel güç
olacaktı.

Ludizm adı verilen ilk tepki doğrudan üretim yapan
makinelere karşı girişilen fiili saldırılar şeklinde olmuştu. Kapitalizme karşı
verilen bu ilk tepki; kimilerine göre ilkel bir makine kırıcılığı eylemi,
kimilerine göre ise “en güçlü ve örgütlü” bir hareketti.  Yöntem son derece tartışılır da olsa makine
kırmak için bir araya gelen işçiler birlikteliklerinin vazgeçilmez unsuru olan
sendikaları da oluşturacak işçilerdi.

1790’lı yıllarda İngiltere’de dokuma işçilerinin kurduğu ilk
sendikanın ardından, kapitalizmin hızla geliştiği ülkelerde pek çok sendika
faaliyete geçmiştir. 1792’de Amerika Birleşik Devletleri’nde, 1820–1850 yılları
arasında Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, İspanya, İsveç gibi ülkelerde
birbiri ardı sıra sendikalar kurulmuştur. İlk kurulan sendikalar meslek-zanaat
sendikalarıyken bilinçlenme arttıkça işkolu sendikacılığı gelişmiştir.

İngiltere’deki sendikal örgütlenmeler, dönemlerine denk
düşen Robert Owen’ın ütopik sosyalizm’inden, genel oy hakkı gibi taleplerle
hareket eden Chartist’lerden ve sorunların uzlaşma ile çözüleceğini savunan
Fabianizm’den etkilenmiştir. “Trade union” adı altında farklı işyeri ve
işkollarında örgütlenmiş bu sendikalar, 1868 yılında bir üst örgütlenme olan
TUC’i (Trade Union Congres) kurmuşlardır. TUC her yıl düzenli olarak toplanan
bir kongredir.

1864 yılında toplanan 1. Enternasyonal ise sendikaların ilk
uluslararası örgütlenmesi olmuştur. O dönemin en doğal sonuçlarından biri
olarak Marx’ın dünya görüşünden alabildiğince etkilenen ve “Bütün Ülkelerin
İşçileri Birleşiniz!” sloganıyla hareket eden 1. Enternasyonal siyasi yanı ağır
basan bir örgütlenme olarak tarihe geçmiştir.

1889 Temmuzunda Engels’in çağrısıyla Paris’te toplanan 2.
Enternasyonal ise ilk kurulduğu çizgiden epeyce farklı bir içerikle 1939’a dek
varlığını sürdürmüştür. 1951 yılında kurulan Sosyalist Enternasyonal ise
günümüzde de varlığını sürdüren bir diğer üst örgütlenmedir. Hepsindeki ortak
yan ise siyasi yanın ağır basmasıdır.

1913 yılında Avrupa’da kurulan UİSF / IFTU (Uluslar arası
İşçi Sendikaları Federasyonu), Ekim devriminin ardından 1921 yılında Sovyetler
Birliği’nde kurulan Kızıl Sendikalar Enternasyonali, UİSF’nin 1945 yılında
çalışmalarını durdurması üzerine kurulan DSF (Dünya Sendikalar Federasyonu)
diğer önemli uluslar arası sendikal örgütlenmelerdir. Bunlardaki ortak payda da
sosyalist, komünist, sosyal demokrat eğilimli çizgileriyken; Ocak 1949’da
DSF’de yaşanan bir ayrışma sonucu kurulan UHİSK / ICFTU (Uluslar arası Hür İşçi
Sendikaları Konfederasyonu) sol eğilimli olmayan en büyük uluslararası sendikal
birliktir.

Günümüzde bile statü anlamında çeşitli sorunlarla karşılaşan
sendikaların yasal çerçeveye kavuşmaları 1824 yılında İngiltere’de
gerçekleşmiştir. Kuşkusuz bu statü bugünkü anlamda bir meşruiyetten son derece
uzaktır. Grev hakkının 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde ancak kazanıldığını
söylersek ilk sendikaların yaptırım gücü hakkında kaba bir fikir elde etmiş
oluruz. Aynı İngiltere’de grev çok uzun bir süre boyunca “kamu barışına karşı
bir komplo” olarak değerlendirilmiştir örneğin. Fransa’da ise 18. Yüzyıl’ın
sonunda işçilerin örgütlenmelerini engellemek için birçok yasa yürürlüğe
sokulmuştur.

Ortaya çıktıkları süreç itibariyle sosyalizmden büyük oranda
etkilenen sendikalar; 1831 Lyon ayaklanması, 1848 savaşları, 1871 Paris Komünü
gibi işçi sınıfı mücadelesinin doruğa çıktığı dönemlerde bu mücadelenin önemli
bir bileşeni olmuşlar, çok büyük bedeller ödemişlerdir. 1917 Ekim devrimi ve
başarıya ulaşmış birçok diğer devrimde de aynı bedelleri görmek mümkündür.

Elbette ki iş günü çalışma saatlerinin azaltılması, yasal
güvence, çalışma şartlarının iyileşmesi gibi en temel haklar altın tepsi içinde
sunulmayacak, 8 Mart 1857’de olduğu gibi büyük bedeller gerektirecekti. Bu
tarihte Newyork’ta on binlerce dokuma işçisi 8 saatlik işgünü için greve
gitmişti. Amerikan polisinin vahşi saldırısına uğrayan gösterilerde ve peşi
sıra çıkan yangında 129 işçi can vermişti. Bu tarih 1910 yılında 2.
Enternasyonale bağlı bir toplantıda Alman sosyal demokratlarından Clara
Zetkin’in önerisi üzerine alınan karar sonucu “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”
olarak kabul edilmişti.

Tarihler 1 Mayıs 1886’yı gösterdiğinde ise işçi sınıfı
tarihinin en görkemli direnişlerinden biri başlıyordu. Amerikan işçileri 8
saatlik işgünü için genel grevdeydi. İki gün sonra Amerikan güvenlik güçleri
işçilerin üzerine ateş açacak, çok sayıda insan yaralanacaktı. Bu vahşeti ve
hemen ardından gerçekleşen tutuklamaları protesto için yapılan gösteriler ise
bir kışkırtıcının attığı bomba ile sona erecekti.

ABD kapitalizmi olayların sorumlusu olarak seçtiği dört işçi
önderini idam etme yoluna giderek gözdağı vermişti ama Parsons, Spies, Fischer
ve Engel isimli dört işçinin idamı işçi sınıfı tarihine unutulmaz bir sayfa
eklemişti.  II. Enternasyonal tarafından
eylemlerin başladığı gün olan 1 Mayıs, işçi bayramı ilan edilecek ve her yıl
dünyanın dört bir yanında kutlanacaktı.

Günümüz sendikacılığı 1 Mayıs 1886’lardan ya da 18. 19.
yüzyıllardaki ateşinden çok şey kaybetse de devam ediyor. Devam etmek zorunda
çünkü onu ortaya çıkaran koşullar ne kadar değişirse değişsin kapitalizm bütün
yaygınlığıyla hükmünü sürdürüyor ve o da yaşamak için işçi haklarını budamak
zorunda. Sendikalar ise halen o sisteme karşı işçi haklarını korumak ve
geliştirmek için en önemli örgütlenmelerden biri olma özelliğini taşıyor. O
halde kapitalizm var olduğu müddetçe sendikacılık tarihi bitmeyecek…

 Kamil Akdoğan