Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

EGEMENLERİN ŞİDDETİ

EGEMENLERİN ŞİDDETİ

Dünyada gelişen olaylara ister sınıfsal açıdan bakalım,
istersek farklı bir yöntem deneyelim; her durumda, insanın ya da insanların
bulunduğu her toplulukta egemenlerin olduğunu kabul etmek zorunda kalırız.

Topluluk anne, baba ve çocuktan oluşan bir aileyse, egemen;
çoğunlukla babadır orada. Çoğu yerde yasalar da ona bu hakkı tanımıştır.
Karısına ya da çocuğuna şiddet uygulayan adam egemen olmasından alır gücünü.

Egemen olan kendisini daha güçlü ve daha üstün hissettiği
için şiddet dahil her yöntemi kullanabilme gibi bir ayrıcalığı olduğuna inanır.

Avrupalılar Amerika kıtasını keşfettiğinde beraberlerinde İncil
ve tüfekten başka, işgal bayraklarını da getirmişlerdi. İşgal bayrağı oranın
yeni egemenini gösterecekti. Güç dengeleri o kadar orantısızdı ki direnmeye
kalkışan yerli halklar tarihten büsbütün silinmek durumunda kalmışlardı.

Geçtiğimiz yüzyıla dek örneklerine pek çok ülkede rastlanan
köleler de egemenlerin şiddetini her fırsatta görürlerdi. Pazarlarda bir eşya
gibi kendisini kullanacak egemene satılırdı köleler. Köle olmak sürekli şiddet
altında yaşamaktı. İtaatsizlik gibi bir “suç” söz konusuysa; şiddetin anlamı
imha etmekten başka bir şey değildi. Küfür, dayak, tecavüz günlük şiddetti.

Şayet insan topluluğu bir ülkeyi oluşturan halk ise; şiddet
halkın nasıl yönetilmesi noktasında belirleyici faktörlerden biri olarak çıktı
karşımıza. Her topluluğun olduğu gibi halkın da bir egemeni vardır çünkü. O
egemenlik kimi zaman süslü laflarla takdim edilmeye çalışılsa da, şiddetten asla
vazgeç(e)meyecek bir nitelik taşımak zorundadır. Güç kimi zaman polis örgütü,
kimi zaman silahlı kuvvetler, kimi zaman çeşitli kılıklardaki “derin devlet”
kuruluşları olabilir. Hangi gerekçeyle başvururlarsa başvursunlar, şiddet
uygulamak onların belli başlı görevlerinden biridir.

Var olan statüyü korumak için kurulmuş tüm bu örgütlenmeler,
var olan statüyü bir biçimde değiştirmek isteyen ya da eleştiren herkese karşı
şiddet uygulamak zorundadırlar. Mevcut statü her zaman için egemenin olmasını
istediği statüdür çünkü. Şiddet kimi zaman gözaltı, kimi zaman işkence, kimi
zaman katletme olabilir.

Özellikle 11 Eylül sonrası gelişen dünya koşullarında,
“terör” kavramının içine her türlü anlam yüklenerek, dünyanın her yerinde
egemenlerin şiddetini kolaylaştıran, meşrulaştıran düzenlemeler yapılmıştır.

Uluslararası çapta faaliyet yürüten bir sivil toplum
örgütünün bildirdiğine göre, uluslararası düzeyde belirleyiciliği olan elli
yedi önlemin yirmi yedisinin terörle en küçük bir ilgisi yoktur.[1]

Yine uluslararası düzeyde düşündüğümüzde şiddetin en üst
boyutunun savaşlar olduğunu görürüz. Egemen adayı, ekonomik çıkarları öyle
gerektirdiği için hükmetmek istediği bir ülkeye gücünü savaş açarak gösterir.
Bu savaşlarda çoğu zaman Irak örneğinde olduğu gibi birçok egemenin birlikte
hareket ettiği de görülür. Sonuçta hepsinin savaştan bir çıkarı vardır.

Öte yandan uluslararası çapta egemenlik iddiasında olanlar
arasında her zaman var olan çelişkiler artık dayanılmaz bir noktaya vardığında,
şiddet dünya savaşı olarak çıkar karşımıza. Şiddetin düzeyi II. Paylaşım
Savaşı’nda görüldüğü gibi kimi zaman yüz binlerce insanı kısa bir süre içinde
katledecek atom bombası dahi olabilmiştir.

Egemenlerin şiddeti insanlığa acıdan başka bir şey getirmemiştir.
Uzak zamanlara gitmeden günümüzde halen devam eden savaşları, işgalleri
düşündüğümüzde bile bu şiddetin vardığı noktayı en çıplak biçimde görmek
mümkündür.

Irak’ta vatanlarını savunmaktan başka bir “günah”ları
olmayan direnişçilerin tutulduğu Ebu Garib cezaevinde yaşananlar hala
milyonların belleğindedir. Keza Guantanamo’da savaş esiri bile sayılmayan
yüzlerce tutuklunun gördüğü zulüm onca tecride rağmen açığa çıkmıştır.
Örnekleri arttırmak mümkündür. Dünyanın neresinde bir savaş varsa orada şiddetin
her türü vardır. Çünkü savaş ancak egemenin isteği üzerine çıkmıştır ve egemen
savaşı kazanmak için ille de en üst düzeyde şiddet uygulamak zorundadır.

Ülkemizde de egemenlerin şiddetini görmek için özel bir
donanım taşımaya gerek yoktur. 12 Eylül’ün adı bile bu şiddetin hangi boyutlara
vardığını göstermeye yeter de artar. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan akıl almaz
işkencelerden tutun da, on yedi yaşındaki gencin idamını, faili “meçhul” sayısı
belirsiz cinayetin olduğunu duymuş olmak yeter şiddeti görmek için.

Keza 19 Aralık “Hayata Dönüş” operasyonu, ardından hala
gündemden düşmeyen F-Tipi cezaevleri egemen şiddetinden başka ne olabilir ki?

Ya da 2 Temmuz katliamı. Sivas’ta Madımak otelinde diri diri
yakılarak katledilen onlarca aydın egemenlerin istedikleri gibi olmadıkları
için böyle bir sonu yaşamadılar mı? Bu katliamı egemen bir anlayışın şiddet
gösterisi olarak görmek ne kadar yanlış olabilir? Keza o katliama varana değin ayrımcılığı
körükleyen çeşitli sindirme yöntemlerine şiddetten başka ne denebilir?

Amerika’da ve başka birçok ülkede ırkçılar beyaz,
Anglo-Sakson ve Protestan olmayan insanları insandan saymaz ve her türlü
şiddeti onlara reva görürken, ülkemizde kendileri gibi olmayanlara “Ya sev ya
terk et”, “Bir gece ansızın gelebiliriz,” diyenlerin sözleri bile şiddet
sayılmaz mı?  Onlara bu cüreti veren;
egemen bakış açısının her daim egemen kılmak istediği insan tipi olmaları değil
de nedir?

Egemen olmak kolay değildir, güç ister. Güç ise hükmedilenin
hakkından alınanlarla artar. Egemenlerin hükmedileni hala hükmedilen tutmak
için buldukları en etkili yol olan şiddet maalesef insanlığa acı çektirmeye
devam edecek.

Ne kadar sürecek, kimse bilmiyor.

Kamil Akdoğan


[1] Hukuk Devletinin Sonu,
Jean-Claude Paye, İmge Kitabevi Yayınları, 1. Baskı, Eylül 2009, Sayfa: 20