Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

Elim Sende

Elim Sende

Elim Sende

Elim Sende

Likya Kitap tarafından 2017 yılında yayımlanan bu kitap, hani derler ya, bir solukta okunacaklardan. Bitirdiğinizde daha önce niye farkına varmadığınızı sordurabilir size.
Sonra da önsözünde Ayhan Bahçeli imzalı şu sözlere mutlak katılırsınız:

“Ruhumuzun dinginleşmesi ve iyileşmesine katkı sağlayacak olan ‘ELİM SENDE’ edebiyat dünyasına ve gönül bahçemize hoş geldin”

Keyifle okunan türler elbette kişiden kişiye değişir ama hatıra, gezi, gözleme dayalı satırlar eminim her kitapseverin ilgisini çekmiştir. Bu tür kitapları ben de çok severim, seyahatnameler örneğin. Hem gezginin iç dünyasını anlarsınız hem de gezdiği gördüğü yerler hakkında fikirler alır; görmediyseniz belleğinizin ucuna bazı notlar yapıştırır, gördüyseniz bildiklerinizle karşılaştırırsınız. Geçmişi de yazsa hayatın tam içinde olduğu için, bir başka deyişle kendinizden de bir şeyler bulabileceğiniz için çok daha yakın gelir o kitaplar.

Psikolog İlknur Peder’in kitabı da bu tür tatlar bıraktı bende. Birbirinden bağımsız öyküler şeklinde anlatması da okumayı daha fazla hafifletiyor.

Kitabı elinize aldığınızda henüz ilk satırlarında onu tanımaya başlayacaksınız ve yine eminim ki ilk aklınıza gelen sıfatlardan biri “hayat dolu” olacak.

Kitabın sıfırıncı sayfasındaki şu sözler sakın çok iddialı gelmesin: “Eski köye yeni adet gelmesinden hoşlanmayanlar, lütfen elinizdeki kitabı okumayı bırakınız!”

Yeni bir yeri keşfetmek için “aya bile merdiven dayamayı göze alan”, “kargalar henüz kahvaltısını yapmamışken” yola koyulan insanlardan biri o. Ama kaç kişi doğmakta olan güneşi saygıyla selamlar, ya da kaç kişi “hanım hanımcık” müzeleri gezmek yerine içindeki çocuğun sesine uyup gecenin bir vakti dağ tepe dolaşır, ya da kaç kişi hayatında hiç denemediği ama dur bir de şunu yapayım der gibi oksijen tüpü takıp suyun altına dalabilir?

Kızıl saçlı, cıvıl cıvıl, hayat dolu, Tarkan’ın yılbaşı konserini çakırkeyif izleyen, arkadaşlarıyla erkekler hakkında şakalaşan, Hürrem Sultan’ı seven ve ona ve bir dizide onu canlandıran bir oyuncuya benzetilmekten hoşlanan, davet edildiği organizasyonlardan fırsat bulup da kaytarmaya çalışan birisi…

Şimdi bütün bunlara bakıp da hayatı lay lay lom gördüğünü de zannetmeyin, çok güzel mesajlar buna izin vermeyecek zaten: En hoşlandığı bir şeyden mahrum kaldığında bile tesadüfen sorulan bir soruya verdiği yanıtla hem karşısındakini hem de kendini mutlu edenlerden ya da kendi deyimiyle “rastgele bir kafede, rastgele hikayelere yüreklere dokunabilmek gibi ayrıcalığa sahip” hissedenlerden, “palyaço maskesinin ardından gülümseyen kötülüğe karşı” iyiliğin tarafını saf tutanlardan biri…

Onun öykülerinde “kahkaha attığında tekme tokat” dayak yiyen, şortla sokağa çıkamayan kadınların çilesi de var, “tecavüze uğramayı hak etmiş” diye düşünen bir zihniyetin eleştirisi de.
Her yanı kaplayan AVM’ler, israf çılgınlığı, sokakların kirliliği, Suriyeli göçmenler sorunu, patlayan lanetli bombalar, asgari ücretle yaşamlarını sürdürmek zorunda olan gençler, köylerinde yalnız kalıp aç kalmamak için yaşama direnen ihtiyarlar, şehit cenazelerindeki ötekileştiren yaklaşımlar…

Yeni yılın ilk sabahında ülkesinin halini düşünen, hayallerini kaybettiği için ülkesi adına üzülen bir yurttaş o.

Ama en çok da engellilere mesajı.

“Farklı” olmanın kötü bir şey olmadığını, bedenlerindeki eksiklikleri gözlerden saklamak zorunda olmadıklarını söylüyor onlara. Plajda kendisini denize sokmamak için vazgeçirmeye çalışan, “korku dağlarını karşısına çıkaran iç sesi”yle hesaplaşmayı ve yenmeyi öğretiyor.

Onların çok az duyulan ama duyulsa bile çok az umursanan çığlıklarına müthiş bir çağrı bu kitap. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde dahi bulunmayan ya da bulunsa bile “engelsizler” tarafından hor kullanıldığı için kilitli tutulan engelli asansörleri, olmayan araba park yerleri, olmayan ya da olsa bile yine kilitli tutulan tuvaletler, dükkan girişlerinde bir türlü rastlanmayan “engelli rampaları”…

İki eli ve bir bacağı yok İlknur Peder’in ama nice “engelsiz”e taş çıkaran bir tutkuyla yaşıyor ve üretiyor. Çünkü hayalleri var, hedefleri var.

“Hayalleri, amaçları, hedefleri olan insan üretkendir; çaba gösterir. Üretkenlik de insanın hayatına bereket getirir.”

Her öykü birbirinden güzel ama en çok beğendiğim “Şehit Kapıyı Çalınca” oldu. Çanakkale’de yine “eski köye yeni bir adet” getirip bilmem kaç yıldızlı oteller yerine bir köy ve civarındaki yaşanmışlıklar ve bir de Zarife nine var bu öyküde. Her yerde karşılaştığı şehit mezarlıkları ve o eşsiz vatan savunmasının silinmez izleriyle dolu topraklarda yürürken hissettikleri şeyleri eminim okuyucu da hissedecek oradaki satırlarda. O izler ki sanki bir hafta önce yaşanmış bir savaşın izleri. Bir de Zarife nineyle paylaştıkları var. Sadece üç dört gün kaldığı ama konuğu olduğu o kadından ve köyünden ayrılırken sanki canından, kanından bir şeyler kopar gibi, sanki kırk yıldır oradaymış gibi hissettiği muhteşem paylaşımlar.

Bu öyküde mesleğinden gelen bilginin hazin bir uygulamasını da görürüz. Zarife nine ya da Anadolu’nun, Çanakkale isimli bir şehrinin, adı duyulmamış bir köyündeki bir tane ihtiyar kadın, belki de hayatında engelli halini hiç ama hiç umursamamış az sayıda insandan biriydi. Yaşlı kadında ne bir şaşkınlık belirtisi ne de rahatsız edici bir bakış yakalamıştı. Onun gözlerinde ilk fırsatta telefonuna sarılıp “eski kovboy filmlerinde silahı en önce çekmek ister gibi” fotoğrafını çekmeye çalışanların ifadesi yoktu. Onun gözlerinde ülkenin çok seçkin mahallerinde yaşayan, çok okumuş, çok zengin ama “farklıyı yadırgayan, aşağılayan” kişilerde hiç rastlamadığı bir büyüklük vardı. O kadın “elsiz kolsuz zavallı sakat bir kızla değil” gözlerinin içine bakarak “İknur”la konuşuyordu.

Bir daha yolunuz düşerse benden de selam söyleyin ona İlknur hanım.

Not: Facebook’tan da olsa İlknur Peder’le tanıştıran Hatice Eğilmez Kaya’ya çok teşekkürler…