Emeğin Sineması
“Filmlerin yapabilecekleri konusunda çok fazla beklentiye girmememiz lazım. Filmler sonuç olarak sadece hikayelerdir, insanlara cesaret verir. Ama değişiklik yaratabilecek insanların kendisi ve örgütlü işçi sınıfıdır. Başka hiç kimse değil. Filmler bunu teşvik edebilir, hikayeler anlatabilir, insanları tepkiler duymasını sağlar. Belki bir analiz sunar. Fakat bundan daha fazlasını yapamaz filmler. Filmler teşvik etmek dışında bir şey yapamaz.”[1] (Ken Loach)
“Yedinci sanat” olarak da kabul edilen sinema, emek üzerine söyleyecek sözleri olan herkes için, her zaman ilgi odağı olmayı başardı. İlk sinema filmi olarak kabul edilen Lumierre kardeşlerin çektiği Fabrikadan Çıkan İşçiler’den sonra çevrilen sayısız film içinde konusu emek olan filmler, özellikle emeğin iktidarı için mücadele veren kesimler ya da zaman içinde bu mücadeleyi kazanmış ülkelerdeki yönetmenler, sanatçılar tarafından, kimi zaman sanat kaygısı da arka plana itilerek çekildi. Bu filmler bütün dünyada aynı kaygıları paylaşan milyonlarca insan tarafından kısa sürede sahiplenildi.
Sovyet Sineması
Emeğin iktidarı mücadelesinin 1917 Ekimi’nde zaferle taçlandırıldığı ve çok geniş bir coğrafyaya yayılmış toprakları, o coğrafyada yaşayan çok çeşitli dil ve kültürel zenginlik ile Sovyetler Birliği, emeğin sanatı ve sineması için çok büyük olanaklar sunuyordu. Bu olanakların en önemlilerinden birisi ise hiç şüphe yok ki devrimini henüz başarmış bu ülkede dünyayı peşinde sürükleyen birbirinden değerli sanatçıların, edebiyatçıların varlığıydı.
Kuleşov, Vertov, Eisenstein, Pudovkin, Donskoy, Aleksandrov gibi yönetmenlerin proleter sanatı halka ulaştırmak amacıyla çektikleri öncü filmler günümüzde de sinema tarihine damga vurmuş filmler olarak hatırlanmaktadır. Emeğin sinemasını yapan o ustalar pek çok kez emeğin edebiyatının büyük eserlerini de kullanmışlar ve ortaya unutulmaz yapıtlar çıkarmışlardı. Toplumsal gerçekçi edebiyatın kurucusu kabul edilen Maksim Gorki’nin dünyanın tüm dillerine çevrilmiş Ana’sı bunlardan biriydi. Pudovkin, Ana’yı bir kez daha ölümsüzleştirmiş, Donskoy ise Gorki’nin diğer eserlerini, Çocukluğum, Ekmeğimi Kazanırken ve Benim Üniversitelerim’i beyazperdeye aktarmıştı. Bu dönem gerçekleştirilen en başarılı filmlerden biri de Amerikalı gazeteci John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün isimli filminin Aleksandrov tarafından sinemaya uyarlanmasıydı.
Sadece Sovyetler Birliği’nin değil tüm dünya sinemasının en önemli sinema kuramcısı kabul edilen Sergei Eisenstein, sinema üzerine geliştirdiği ve kendisinden sonra gelen sayısız yönetmeni etkilemiş kuramlarıyla tanındı. Grev, Potemkin Zırhlısı, Ekim gibi filmler, bu büyük sinema dehasının sinema sanatına getirdiği kuramlar nedeniyle sevilmedi sadece, bu filmler emeğin iktidar mücadelesinde tarafını açıkça emekten ve mücadeleden yana koymuş filmlerdi. Dünyanın dört bir yanında vahşi kapitalizmden şikayeti olan milyarların ortak dertlerini ve çözümlerini anlatıyordu.
Emeğin Sineması ya da ilk öncülerinin koyduğu adla toplumcu gerçekçi sinema, II. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa’da yeni bir dalgayla insanlığın karşısına çıktı. Yeni Gerçekçilik adıyla bilinen bu çizgi II. Paylaşım Savaşı’nın trajik sonuçlarının da etkisiyle geniş bir zemin buldu. İtalya’da faşizmin yıkılmasıyla beraber öne çıkan kimi sinemacılar sinemanın sadece seyirlik olmadığını, toplumsal yaşamın çeşitli sorunlarını halka ulaştırmak gibi bir amacının olması gerektiğini savundular. Vittorio De Sica, Federico Fellini, Luchino Visconti, Cesare Zavattini, Pietro Germi, Roberto Rossellini gibi ustalar faşizmin getirdiği yıkımı ve sonrasını beyazperdede göstermeye başlamışlardı. Çoğunlukla amatör oyuncuların rol aldığı filmlerde konu sıradan bir emekçinin ya da yoksulun hayatın her saniyesinde karşılaştığı gerçeklerden farklı değildi.
1950’lerde Büyük Britanya’da gelişen Özgür Sinema, 1960’larda Brezilya’da gelişen Yeni Sinema, 1968 yılında Fransa’dan başlayarak tüm dünyaya yayılan özgürlükçü atmosferden etkilenen Fransız Yeni Dalga Sineması kategorik bir belirleyicilikte olmasa da emeğin sinemasına çok güzel örnekler kazandırdı.
Emeğin Sineması ve Ken Loach
Günümüzde ise emekten yana sinema denince ilk akla gelen isim Britanyalı yönetmen Ken Loach. Bugün 80 yaşının üzerinde olan büyük usta çektiği onlarca filmin tamamında kamerasını emekçilerin dünyasına ve sorunlarına çevirdi. Bu sene içinde Cannes Film Festivali’nde pek çok ödül kazanan son filmi “Ben, Daniel Blake”, şimdiden emeğin sinemasının en başarılı örnekleri arasında yer almayı başardı.
Ülkemizde ise ayrı bir yazının konusu olmakla beraber Halit Refiğ, Metin Erksan, Ertem Göreç, Memduh Ün, Atıf Yılmaz, Yılmaz Güney gibi pek çok usta yaşadıkları koşulların ve o koşullarda belirgin olan sinema akımlarının da etkisiyle çok başarılı yapıtlar ortaya çıkardılar.
Emeğin sineması doğal olarak sinemanın bir sanat olarak kabul edilmesiyle ortaya çıktı. Onu ortaya çıkaran temel neden ise elbette emekçilerin bütün dünyada yaşadığı ortak sorunlardı. Bu sorunlar devam ettiği müddetçe tıpkı emekçilerin hak arama mücadelesinin hiç bitmeyeceği gibi emeğin sineması da hiç tükenmeyecek.
[1] https://filmkafa.wordpress.com/2016/05/23/bir-ken-loach-roportaji-anlatmak-zorunda-oldugun-bir-hikaye-bulmalisin/
Konuyla ilgili yazılar:
1. Sadibey.com‘dan Türk sinemasında toplumcu gerçekçilik akımında Metin Erksan’ı anlatan bir yazı: Toplumsal Gerçekçi Sinema Metin Erksan’la Başlar
““Gecelerin Ötesi” (Metin Erksan, 1960), “Yılanların Öcü” (Metin Erksan, 1962), “Otobüs Yolcuları” (Ertem Göreç, 1961) “Şehirdeki Yabancı” (Halit Refiğ, 1962), “Susuz Yaz” (Metin Erksan, 1964), “Kızgın Delikanlı”(Ertem Göreç, 1964), “Karanlıkta Uyananlar” (Ertem Göreç, 1964), “Hızlı Yaşayanlar” (Nevzat Pesen, 1964) ve “Bitmeyen Yol” (Duygu Sağıroğlu, 1965) filmlerini 60’ların ilk yarısında yapılan toplumsal gerçekçi filmlerin önemli örnekleri olarak sıralayabiliriz.”
2. Emrah özen tarafından hazırlanmış, ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ RADYO TELEVİZYON SİNEMA ANABİLİM DALI’da TÜRK SİNEMASINDA TOPLUMSAL GERÇEKÇİLİK başlıklı yüksek lisans tezi
http://ilef.ankara.edu.tr/wp-content/tezler/yuksek/Emrah-Ozen.pdf
3. Bir Ken Loach Röportajı
“Bizim yaptığımız filmler farklı bir yöntemle oluyor. Amerikan filmlerinden çok farklı bir çalışma şeklimiz var. Oscar, Amerikan film sektörü için bir reklamdır, başka da bir şey değil. Amerikan sermayesinin çıkarlarını, endişelerini yansıtıyor ve teşvik ettiği fikirler sermayenin istekleri doğrultusundadır. Örneğin; Amerika sözde özgürlük ve demokrasinin koruyucusu. Hollywood filmlerini izlerseniz, Amerika olmanız gereken bir ülke olarak gösteriliyor, Amerika zenginliği seviyor, Amerika başarıyı seviyor. Oscarlar bu değerleri teşvik etmekle ilgili. Bu açıdan beni pek ilgilendiren bir şey değil Oscarlar.”
https://www.evrensel.net/haber/280702/loach-anlatmak-zorunda-oldugun-bir-hikaye-bulmalisin
4. Sinemanın akışını değiştiren adam: Yılmaz Güney
“Sinemamızda bir dönüm noktası olan Umut filmine kadar, onlarca vurdulu-kırdılı filmin yanı sıra Kızılırmak/Karakoyun, Hudutların Kanunu ve Seyit Han gibi iyi filmlerde de oynamıştır. Gönlünü fethettiği seyirci artık onu istiyordur. Güzel adamların dünyasını tuzla bu etmiştir. Artık Yeşilçam Yılmaz Güney sinemasıyla şekillenmeye başlamıştır. Nijat Özön, “Türk sinemasında Akad’ın çizgisini sürdüren, geliştiren, onun tek meşru ‘varisi’ sayılabilecek olan, aynı zamanda Sinemacılar Dönemi ile Genç/Yeni Sinema Dönemi arasında hem bir halka işlevi gören, hem de bu son dönemi başlatan” sanatçı olarak söz eder Yılmaz Güney’den.”
https://www.evrensel.net/yazi/68691/sinemanin-akisini-degistiren-adam-yilmaz-guney
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları
Edebiyat Kültür Sanat Dergileri
Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz