HATAY TANITIM GÜNLERİ
ANKARA’DA HATAY TANITIM GÜNLERİ
Ankara’da 4-9 Kasım 2014 tarihleri arasında yapılan Hatay Tanıtım Günleri’ne ilk gidişimde “Aman Aman Bağdatlı” türküsü dört bir yanda yankılanıyordu. Minicik yaşlardan bu yana beraber büyüdüğüm ve halen akraba, dost meclislerinin finalinde vazgeçilmez olan o muhteşem tınının coşkusu Hatay Tanıtım Günleri’ni daha bir cazip yapmıştı gözümde. Neredeyse artık sadece tanıtım günleri için bir mekân olarak kullanılan Atatürk Kültür Merkezi’nin devasa ama bakımsız arazisinde herhangi bir pazar yerini aratmayan kocaman çadırlar içinde Hatay’da yenilen içilen her şeyi görmek mümkündü. Buradan bakınca Hatay’dan uzakta
yaşayan birisi için bulunmaz bir fırsat dememek mümkün değildi.
Elbette tanıtım günlerini sadece künefe ya da kabak tatlısı bulmak diye düşünmüyor ve bir zamanlar Doğunun Kraliçesi diye adlandırılan, nüfusu yüzlerce yıl önce milyonu aşmış bir kent hakkında söylenecek çok daha fazla şey olması gerekirdi diyorsanız nelerin eksik kaldığı üzerine oylumlu bir liste oluşturabilirsiniz. Bu listenin en başında ise Antakya’yı Antakya, Hatay’ı Hatay yapan biricik özelliğin tanıtılmadığı geliyorsa –ki mutlaka gelmelidir- işte o zaman bu tanıtım günlerinin ne kadar yanlış bir çerçeveye oturtulduğunu tespit etmek hiç de zor olmayacaktır.
Dünyaya anlatılırken döne döne medeniyetlerin buluşma noktası olduğu söylenen, “hoşgörü kenti” vurgusu dillerden düşmeyen Hatay için bu Tanıtım Günleri’nde Hatay’daki medeniyetler ya da dillere pelesenk olmuş hoşgörünün öteki tarafları hakkında hemen hemen hiçbir iz yoktu. İskenderun’un güvercinleri, Samandağ’ın ipeği, Defne’nin
sabunu, Belen’in tavası -elbette alması gerektiği gibi-yerini almıştı ama ne musevi ya da hristiyan cemaatlerinden bir haber vardı, ne Vakıflı Ermenilerinden ne de diğer ötekilerden. Medeniyetlerin buluşması Medeniyetler Korosuna indirgenmiş, “hoşgörü”nün anlamını ve taraflarını belirleyen diğer kültürler ise broşürlerde bile yer bulmamıştı. Her fırsatta insanları kendileri ve ötekiler diye ayıran bir zihniyet en olmaması gereken bir kentin tanıtım günlerinde bile kendini hissettiriyordu.
Gördüğüm ikinci büyük eksiklik ise Hatay’ın yazılı arşivini oluşturan sayısız kitaptan, dergiden, gazeteden hemen hemen hiçbir iz olmamasıydı. Ne Ayla Kutlu’nun kitapları vardı, ne Ali Yüce’nin, ne Burhan Günel’in. Hatay’daki yerel basın ve edebiyat örnekleri de hemen hemen hiç yoktu. Sadece bu tanıtım günleri için basıldığı belli olan ve yerlerde sürünen gıcır gıcır kağıtlardan üç-beş broşür, üzerinde kaçıncı sayı olduğu bile yazmayan ve muhtemelen günü kurtarmak için çıkartılmış
birkaç belediye bülteni istisna bile sayılamazdı. Gördüğüm iki örnek Erhan Palabıyık’ın “Her Yönüyle Kırıkhan” ile Dörtyol Belediyesi standındaki Ahmet Hintoğlu’ya ait “Köprü” kitaplarıydı.
Velhasıl ötekilerin yine olmadığı bir tanıtım günleriydi yapılan. Altı gün boyunca muhtemelen tonlarca künefe yendi, binlerce pazar filesi doldu ama Hatay hiç de aslında olduğu gibi tanıtılmadı.
Güney Rüzgarı Dergisi Sayı 178, Kasım 2014’te yayımlandı