İRAN: BİR GAFLETİN YAKIN TARİHİ
20. yüzyıl’ın hemen başlarında nüfusunun büyük çoğunluğu köylerde yaşayan bir ülke İran. Köylüler büyük oranda topraksız, üretim araçları ise çoğunlukla mollalar ve Bazaari denilen ticaret burjuvazisinin elinde.
1908 yılında İran’da petrol bulunması, petrol bulunan tüm coğrafyalar gibi dünya üzerinde belirleyici rol oynayan aktörlerin ilgisini üzerine çekiyordu. 2003 yılı Nobel Barış Ödülü sahibi Şirin Ebadi’nin; “İran’ın keşke petrol yerine suyu olsaydı Batıllar İran’ı belki o zaman rahat bırakırdı” sözlerinden de anlaşılacağı gibi İran o gün bugündür emperyalistlerin iştahını kabartan bir ülke.
1925 yılı İran yakın dönem tarihinde önemli bir kilometretaşını ifade ediyor. Bu tarihe dek yaklaşık 200 yıldır bir Türkmen boyundan gelen Kaçarlar tarafından yönetilen İran, emperyalizmin ilk müdahalelerinden biri ile Şah Rıza Pehlevi’nin ya da baba şahın iktidarıyla tanışıyor. Kaçarlar’ın ülkedeki etkisi ise aralıklarla da olsa görülmeye devam edecekti.
İngilizlerin de yardımıyla iktidarı ele geçiren Rıza Pehlevi aslında Atatürk’ün gerçekleştirdiği gibi bir cumhuriyet istiyordu İran’da. Ama bu isteği ne İngilizler tarafından hoş karşılanmıştı, ne de ülke yönetiminde her daim aktif olan mollalar tarafından. Yine de şah Rıza Pehlevi yeni bir abece, kılık kıyafet devrimi gibi girişimlerde bulunmayı başarmıştı. Öte yandan batı tarzı giyim ya da kadınlara başörtüsü yasağı gibi dayatmalar tepeden inme değişiklikler olduğu için günlük hayatta fazla yerini bulmuyordu. Başını açmak istemeyen kadınlar evlerinden çıkmıyordu örneğin.
Rıza şahın bir önemli farkı da Musevilere karşı davranışlarındaydı. Musevilere yönelik sıradışı bir anlayış gösteren Rıza Şah onlara saygıda kusur etmiyor ve bunun karşılığında Museviler tarafından büyük bir sempatiyle seviliyordu.
İkinci Dünya Savaşı’na giden sürecin içinde emperyalizm, çok da güven verici bulmadığı Şah Rıza’yı petrolün kontrolünü ellerinde tutmak, Ortadoğu’da Alman etkisini azaltmak gibi amaçlarla devirdi ve yerine oğlu Muhammed Rıza’yı getirdi. İran devrimine kadar ülkeyi yönetecek olan son şah, emperyalizmin Ortadoğu’daki en güvendiği iktidar olmayı kendi halkına kan kusturarak başardı.
Son şahın iktidara geldiği yıllar İran’da kapitalizmin gelişmeye başladığı, işçi sınıfının büyüdüğü ve siyasal örgütlenmelerini ortaya çıkardığı yıllardır. 1944 yılında İran Komünist Partisi TUDEH kuruldu. TUDEH bu yıllarda onbinlerce üyeye ulaştı ve yüzbinlerce sendikalı işçinin desteğini aldı. Bu arada artık İran’ın egemenleri arasında toprak sahiplerinin yanında yabancı sermaye temsilcilerini de saymak gerekiyordu. Yabancı sermaye ise her yerde olduğu gibi İran’da da tepkileri üzerine çekiyordu. Kaçar soyundan gelen Musaddık, anti-emperyalist çıkışlarıyla İran siyasetinde sivrilmeye başlamış ve geniş bir kesimin desteğini arkasına almıştı. Şah onu başbakan olarak atamak zorunda kaldı sonrasında ise onu bu görevinden alma çabaları başarılı olmadığı gibi yükselen halk muhalefeti karşısında ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Petrol endüstrisini ulusallaştıran Musaddık ise İngiliz emperyalizminin ambargosuyla karşı karşıya kalmıştı. Petrolü satamadığı için büyük güçlükler yaşıyordu. Nitekim göreve gelmesinden iki yıl sonra gerçekleştirilen ve çok yakın bir zamanda Amerikan yetkilileri tarafından da açıkça kabul edilen bir CIA darbesiyle görevinden uzaklaştırıldı. Emperyalizm sadık işbirlikçisi şahı yeniden başa getirdi.
Ülkesini terk ettiği güne dek çok güçlü bir ordu, siyasi polis SAVAK ve işkence ile yöneten Şah, 1960’lı yılların başında “Beyaz Devrim” adını verdiği bir reform sürecini başlattı. Toprak reformu, kadınlara oy hakkı gibi çeşitli yenilikleri içeren bu hareket asıl olarak sanayinin ve dolayısıyla kapitalizmin gelişmesi, İran ekonomisin uluslararası sermayeye entegre edilmesi için atılmış bir adımdı. Bu girişim sonrasında 1970’li yılların ilk yarısına kadar ekonomik bir patlama yaşandı. Ancak bu yıllardan itibaren düşüş yaşanmaya başladı. Bu düşüşün en önemli nedeni ise petrol gelirlerindeki düşüş idi. Öte yandan toprakların üçte birini elinde bulundaran mollalar bu reform hareketine büyük bir direnişle karşı çıktılar. Topraklarının ellerinden alınması elbette siyasi güçlerinin de ellerinden alınması anlamına geliyordu. Bu süreçte öne çıkan isimlerden biri hiç şüphe yok ki Humeyni idi. Sürece en sert muhalefeti yapan kişilerin başında geliyordu. 1964 yılında ABD’lilerin İran’da yargılanmalarına ilişkin bir davaya gösterdiği sert tepki, ilk önce hapis cezasına çarptırılmasına, ardından yurtdışına sürgün edilmesine yol açacaktı. İran devrimine kadar olan sürecin en belirleyici aktörlerinden biri olan Humeyni sürgün yıllarının ilk ve küçük bir bölümünü Bursa’da geçirecek, ardından Irak’ta Şiiler tarafından kutsal bir yerleşim olarak kabul gören Necef’e yerleşecek ve Saddam Hüseyin İran-Irak savaşında Irak topraklarını terketmesini isteyene dek uzun yıllar Necef’te kalacaktı. Son sürgün yeri Fransa’dır.
Humeyni her zaman içim İslamiyetin bir politik gündeminin olacağını, İslamiyetin mutlaka ülke yönetiminde olması gerektiğini savunan, din ile devlet işlerinin ayrılmasına mutlak surette karşı çıkan bir dini liderdi. Tüm anti-emperyalist söylemlerine rağmen gerçek anlamda bir anti-emperyalist değildi. Her şeyden önce bugün de İran yönetimini belirleyen Humeyni rejimi emperyalizme karşı mücadele eden sol için katliamdan başka bir anlam ifade etmedi, binlerce devrimci, sosyalist, yurtsever Humeyni’nin imha politikaları ile katledildi. Öte yandan Irak savaşı gibi tamamen emperyalizmin çıkarlarına hizmet eden bir savaşı körü körüne sürdüren Humeyni, bu savaşta da emperyalizmden satın aldığı silahları kullandı. O silahlara ödediği paralar başka ülkelerde emperyalizmle mücadele eden gruplara karşı fon oluşturulmasında kullanıldı.
Muhalif örgütlenmeler
Halkın Mücahitleri:
1965 yılında kurulmuş, şah karşıtı anti-emperyalist bir örgüttü. Marksizmle İslamcılık arasında gidip gelen örgüt, 1975 yılındaki ideolojik bölünmeden sonra tamamen Marksizme döndü.
Halkın Fedaileri:
1971 yılında kuruldu, Marksist Leninist bir dünya görüşü vardı. 1979’dan sonra Humeyni ve rejimini devirmek için mücadele etti.
TUDEH
1941’de kuruldu. Kısa sürede onbinlerce üyeye ulaştı. Bunun yanında yüzbinlerce üyesi olan sendikaların desteğini aldı. Sovyetler Birliği Komünist Partisi’ne en sadık komünist partisi görüşleri ( “Kapitalist olmayan yol”, “üçüncü yol” çerçevesinde molla rejimine destek verdi. 1983-1984’lerde pek çok üyesi molla rejimi tarafından televizyon ekranlarına itiraf için çıkarıldı.
İRAN DEVRİMİ
1978 yılı şaha karşı protestoların en geniş kitleler tarafından gerçekleştirildiği eylemlerin siyasi kazanımlar doğurduğu bir yıldı. Şah, büyük yürüyüşleri tanklarla, helikopterlerle bastırmaya çalışsa da sonuç alamıyordu.
Ekim 1978’e gelindiğinde silahsız kalabalıklar bir zamanlar yenilmez denilen yarım milyonluk orduya başkaldırmıştı. İraan ekonomisinin can damarı olan Abadan petrol rafinerilerinde meydana gelen grev ise aslında şah rejimine vurulan en büyük darbeydi. Ekonomisinin yüzde 80’i petrole dayalı olan şah düzeninin genel grevden kaynaklı bir günlük zararı 60 milyon dolar gibi müthiş bir rakama karşılık geliyordu. Ekonomik hayat felç olmuştu. İşçiler fabrikalarda komiteler kurmuşlar, bu komiteler vasıtasıyla yüzbinleri harekete geçirecek güce ulaşmışlardı. Bu komitelerde mollaların hiçbir ağırlığı yoktu ve Humeyni iktidarını pekiştirmek için adımlar atmaya başlayınca ilk yapacağı işlerden biri bu komiteleri dağıtmak olacaktı.
Ekim ayındaki genel grevin en önemli sonuçlarından biri şahın hükümeti kurma görevini Musaddıkçı Şahpur Bahtiyar’a vermesiydi. Şahpur Bahtiyar hükümeti “işkence gerekli değil” diyerek SAVAK’ın bir bölümünü dağıttı, Humeyni’nin ülkeye dönüşüne izin verdi. Şah hala yerinde durduğu için protestolar hız kesmemişti. 16 ocak 1979’da şah ülkeyi terk etmek zorunda kaldı, 1 şubat 1979’da ise Humeyni, milyonlarca taraftarının gösterileri ile Tahran sokaklarında görüldü. Bahtiyar görevinden istifa etti, yerine Bezirgan getirildi.
9 şubat 1979 tarihinde hava kuvvetleri komutanlığı Humeyni’yi destekleme kararı aldı. Bunun üzerine şahın “ölümsüzler” isimli özel birliği hava kuvvetlerine saldırdı. Kısa sürede şahın özel birlikleri hezimete uğratıldı. Bu büyük zafer siyasi tutukluların serbest bırakılmasıyla, kışlaların saf değiştirmesiyle devam edecek ve Humeyni, Devrimci İslam Partisi’ni kurarak ülke yönetimini eline alacaktı.
Mart 1979’da İslam Cumhuriyetinin resmileşmesi için referandurum yapıldı. Referandumdaki soru İslam kurallarına göre yönetilen bir devlete evet mi, hayır mı şeklinde idi. Soru böyle sorulduğu için gerçekte böyle bir rejim istemeyen sol dahil bütün muhalefet alternatifi şah rejiminin devamı olacağı için evet oyunu kullandı. “Ali’ye olan sevgimizden değil Muavviye’ye olan nefretimizden” sözü bu referandumda evet oyu veren çoğu kişinin sık kullandığı bir atasözüydü.
Referandumdan itibaren Humeyni, iktidarının sağlama almak için düne kadar o iktidarı almasında en büyük pay sahibi olan kesimleri, yani şaha karşı muhalefetin diğer baş aktörlerini tasfiye etmek için her fırsatı değerlendirdi. Bunu yaparken sık sık başvurduğu anti-emperyalist söylemler hala sol içinden destek bulmasına bile yardımcı oluyordu. Özellikle ırak’la yapılacak ve uzun yıllar sürecek savaş humeyninin muhalefeti sindirmek için en büyük dayanak noktalarından biri oldu. Yine de 1 Mayıs 1979’da yarım milyon işçinin alanlara çıkmasını önleyememişti. Humeyni rejimi, 1 Mayısı şii imam Ali’nin doğum günü, 8 Mart’ı Muhammed’in kızı Fatma’nın doğum günü gibi isimlerle yok sayma yoluna gitse de bu oyun tutmadı. Keza Humeyni ve rejimi şahın devrilmesinde en büyük payı olan grev silahını artık “günah” yakıştırmasıyla yasaklıyordu. Kimi zaman fiili katliamlarla, idam kampanyalarıyla, hapis cezalarıyla sol muhalefeti sindirme yönünde çok büyük adımlar attı.
1984 yılında TUDEH’in kurucularından ve en önemli isimlerinden biri olan İhsan Tebari’nin televizyon ekranlarında “suçunu itiraf etmesi” son darbelerden biriydi.
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları