NEDEN SİNEMA?
Modern toplumun ya da günümüz dünyasının insanoğluna dayattığı yaşam koşullarında kitap okuma alışkanlığı giderek azalıyor. Koşullar, ilgisizlik ya da nedeni ne olursa olsun benzer bir tablo gazeteler ve diğer yazılı iletişim araçları için de geçerli.
Gün geçtikçe okumayan bir toplum haline geliyoruz. Öyle ki geçtiğimiz yıllarda ülkemizin en büyük üniversitelerinden birini birincilikle bitiren bir mezun, mezuniyet töreninde yaptığı konuşmada hiç kitap okumadığını söyleyebiliyor. Benzer söylemi kullanarak kitap okumayı gereksiz bulan kitlenin sarıldığı en büyük argüman ise dijital teknoloji. Gerçekten de dijital teknoloji öyle boyutlara geldi ki, hem her yere girdi, hem de ucuzladı. Kitap ya da gazete edinmeyen o kitlenin muhtemelen büyük çoğunluğu çeşitli biçimlerde elektronik hale getirilmiş kitapları yine okumuyor ama her gün belki onlarca kez sosyal medya araçlarından ulaşabildiği videoları, görselleri izliyor.
Hareketli görseller toplumun her kesiminden insanına cazip geliyor. Resim, heykel gibi sanat dallarının yanına çok sonraları bir sanat dalı olarak yerleşen sinema her geçen gün daha fazla önem kazanıyor.
Peki kitabın yerini tutuyor mu? Elbette tutmuyor, örneğin usta bir kalemin sayfalarca anlattığı bir bakış, o bakışa kattığı anlam bir sinema filminde yeterince anlatılabiliyor mu? Senaryosu bir kitaptan alınarak yola çıkılmış filmlerin çoğu aynı kitabı okumuş izleyiciler tarafından beğenilse bile yetersiz bulunuyor.
Ama bu da sinemanın önemini azaltmıyor.
Sinema sadece eğlendirmiyor, sadece vakit geçirtmiyor. Almak isteyene hatta istemeyene mesajlar veriyor. Amacı mesaj vermek olsa da, olmasa da her izleyen ondan bir mesaj alıyor.
Sinema sayesinde insanlar kendi yaşamlarında karşılaştığı kesitleri dışarıdan ama başka bir gözle izleme şansı bulabiliyor, kendi karşılaştığı sorunlar karşısında başkalarının ne yaparak hangi sonuçlara ulaştığını görebiliyor.
İzleyiciler sinema ile öğreniyor. Sadece neyin nasıl olduğunu değil, neyin nasıl olması ya da yapılması gerektiğini de öğreniyor.
Sinema sadece izleyicinin kişisel dünyasını değil içinde bulunduğu topluluğun da nasıl olduğu ya da olması gerektiği konusunda da bilgiler veriyor. O bilgi, kendisine ulaşmak isteyenin de istemeyenin de, işine gelenin de gelmeyenin de rüyalarına giriyor.
Örneğin faşizmi hiç bilmeyen ya da çok az fikri olan bir izleyici “Sıradan Faşizm” gibi bir filmi izleyince unutamıyor, “Dersim’in Kayıp Kızları” isimli bir belgeseli izleyen ama o zamana dek kafasında önyargılar barındıran bir kişi, doğduğu topraklardan çocuk yaşta uzaklaştırılmış birini Kütahya’da bambaşka bir kimlikte bir nine olarak izleyince sarsılıyor. Nükleer santralleri haklı gören birisi bir tane çevre dostu filmle bütün bakışını değiştirebiliyor.
Örnekleri her yönden, her şekilde değiştirmek mümkün. Ama sinemanın etkisi değişmiyor.
Bu yazı Siteplus Yaşam Blog Sayfasında yayımlanmıştır