ÖLÜM
Bugün ilk kez ölüm hakkında düşündüm.
Gerçi ölümle yüz yüze geldiğimiz duyumsadığım iki deneyim
geçirmiştim, ancak hiçbiri bugünkü boyutta bir fikir jimnastiği yapmama yol
açmamıştı.
Deneyimlerimden birinde freni patlamış ve pedalları
ayağımdan fırlamış bir bisikletle oldukça dik bir yokuştan inanılmaz bir hızla
aşağıya doğru iniyordum, diğerinde ise 19 Aralık 2000 “Hayata Dönüş”
operasyonunda ellerim arkadan kelepçeliyken her yanıma inen coplarla,
tekmelerle sarsılıyordum. İlkinde yapabileceğim tek şeyi yaptım ve bütün
dikkatimi, yeteneğimi sadece direksiyon hakimiyetineodaklayarak, yokuşun
biteceği yere kadar kazasız varmaya çalıştım, ikincisinde ise yapabileceğim
hiçbir şey yoktu. İlkinde başardım ve hem bu başarımla guru duydum, hem de
yeniden yaşama döndüğüm için mutlu oldum, ikincisinde ise ben dahil herkes
gerçekten öldüğümü zannettikleri halde “hayata dönmek”ten hiçbir keyif almadım.
İlkinde doğduğum evin yanıbaşındaydım, ikincisinde, bir ring arabasından
doğduğum şehre doğru yaklaşıyordum. İlkinde, bütün bilincim açık olduğu halde
öleceğime bir saniye olsun inanmamıştım, ikincisinde ise başım dünyanın döndüğü
gibi dönerken dünyadan koptuğumu sanmıştım.
Bugün ilk kez ölümü düşündüm.
Gerçi iki kez ölü görmüştüm bütün yaşamımda. Ancak hiçbiri
bugün ayrımına vardığım kadar berrak bir fikir oluşturmamıştı zihnimde.
Birinde yaşamım boyunca en çok sevdiğimi düşündüğüm sevgili
anneannem yatıyordu çeyrek yüzyıl beraber soluk aldığımız odada. Diğerinde
başına çuval geçirilmiş bir delikanlı yatıyordu çarpışan otoların altında.
Bugün ise ciddi ciddi ölümü düşündüm.
Andre Maurois’ın bir sözünden takıldı aklıma.
“Yaşlı, bir gün; “Mücadele etmek neye yarar?” diye düşünür,
başka bir gün “Evden çıkmak neye yarar?” der, sonra “odadan çıkmak neye yarar?”
ve sonunda “Yaşamak neye yarar?é diyerek yaşama veda eder” (Bütün Dünya 2000
dergisi, Temmuz 2001, Sayfa 110)
Sonra ölümle ilgili bildiklerimi teker teker çıkardım yattığı köşelerinden.
Ölmek üzere olan bir insan neler düşünürdü acaba?
Yüce bir amaç için ölenleri eledim. Onlar konu dışı.
Sıradan bir insanın, sıradan bir ölümünü kurgulamaya
çalıştım. Sıradan bir ölümle yüz yüze gelen ve kesinlikle birkaç saniye ya da
birkaç dakika ya da her neyse birkaç birim zaman içinde öleceğini algılayan bir
insan neler düşünür diye yordum kafamı.
Dünya her şeye rağmen yaşanılacak kadar güzelken, ölmenin
bir sırası olmalı diye akıl yürüttüm. Bu sıranın kendi kapısını aşındırdığını
gören insan en küçük bir başkaldırı hakkına sahip olmadığını bildiğinden,
sonsuz bir tevekkülle ancak kopabilir yaşamdan dedim.
Şu sonuca vardım:
Ölecek kişi; öleceğinden bir kez emin olduğu anda, kendisini
yaşama bağlayan bütün bağları isteyerek koparacak bir olgunluğa erişiyor
mutlaka.