8 Mart
Kimilerince “8 Mart Dünya Kadınlar Günü”, kimilerince “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü”.
Acaba gerçekten çok derin bir fark mı var, yoksa çok mu kasılıyor seçim yapılırken?
Ya kadınlar?
Sanki onlar “Dünya Kadınlar Günü” demeyi tercih ediyor.
Nedenleri ise çok basit. Kadınlar zaten emekçi!
Hemen söylemek gerekir ki; kimi zaman bilinçli, kimi zaman bilinçsiz bir biçimde karıştırılan, çoğu zaman da aralarındaki farkın önemsiz olduğu algısı yaratan söylemlerle karşımıza çıkan bu gün hakkında adı geçen tanımlamaların her ikisinin de maddi temelleri var.
8 Mart’ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kabul edilmesi 1921 yılında toplanan bir konferansta belirlenmiş.
“Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlama kararı ise Birleşmiş Milletler tarafından 16 Aralık 1977’de alınmış.
Ama her iki kabule dayanak olan gerekçe 8 Mart 1857 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri’nin New York şehrinde daha iyi çalışma koşulları isteyen dokuma işçilerine yönelik gerçekleştirilen bir polis saldırısı.
O saldırı sonrasında işçiler fabrikaya kilitlenmiş, peşi sıra çıkan yangında ise içlerindeki çoğu kadın 129 işçi yaşamını yitirmiş.
Ama 8 Mart’ın Antakya için başka anlamları da var:
8 Mart 1053 yılında meydana gelen depremde 10 bin kişinin hayatını kaybettiğini yazar kaynaklar. Tarihçilerin günümüze dek ulaşan vekayi-namelerinde de görürüz ki “O gün gökyüzünde “felaket alameti olan korkunç bir nişane” belirmiş, “güneşin içinde” görünmüş ve “herkesi hayret ve korku içine düşürmüştür”.
Tarihi boyunca depremlerden çok çekmiş bir kent olan Antakya işte bir 8 Mart’ta da binlerce hemşerisini toprağa vermiş.
Bir başka 8 Mart’ta ise büyük bir hikayecisini yitirmiş.
8 Mart 1859 tarihi ülkemiz öykücülüğünde önemli bir yeri olan Bekir Sıtkı Kunt’un ölüm yıl dönümü aynı zamanda. 1905 yılında Antakya’da doğan Bekir Sıtkı Kunt, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiş ve çeşitli illerde hâkim olarak görev yapmış.
İlk hikayesi 1924 yılında yayımlanan, Hatay’ın anavatana ilhakı sonrasında bir dönem Hatay Milletvekilliği de yapan Bekir Sıtkı Kunt ardında çok sayıda eser bırakmış:
Memleket Hikâyeleri (1933), Talkınla Salkım (1937), Arzu ile Kanber (1940), Herkes Kendi Hayatını Yaşar (1941), Yataklı Vagon Yolcusu (1948), Ayrı Dünya (1952), Yeni Hikâyeler (1957).