Kaynaklardaki Antakya
Antakya tarihini anlatan çok değerli kitaplar var başka dillerde yazılmış ve pek çoğu dilimize çevrilmeyi bekliyor. Ama bu çok sayıda kitabın temel referanslarına inildiğinde kaynak sayısı epeyce daralıyor. Libanius ve Johannes Malalas ise hepsinin ortak kümesine giriyor. Onların eserleri Antakya’nın en eski tarihi hakkında bilgilere erişebildiğimiz eşsiz kaynaklar.
526 yılının mayıs ayının sonlarında meydana gelen ve tarihin gördüğü en büyük depremlerden biri kabul edilen deprem, bu kaynaklar sayesinde ayrıntıları günümüze dek ulaşmış felaketlerden biri örneğin. Bu depremin 250 bin ila 300 bin arasında insan kaybına yol açtığı söylenir. Ölü kaybının bu derece yüksek olmasının nedeni ise o sıralarda düzenlenen Yükseliş Günü kutlamalarına denk gelmesidir. Hristiyan halk Hz. İsa’nın göğe çekilişinin yıldönümünü kutlamaktadır yer sarsıldığında…
Bu büyük depremde Konstantin tarafından inşa edilen Domus Aurea isimli büyük kilise de yıkılmış, Antakya limanı su yükselmesi sonucu bir daha kullanılamayacak hale gelmişti. Depremde sadece dağa yakın evlerin kısmen ayakta kaldığı kaydedilmiş ama peşi sıra meydana gelen ve günlerce süren bir yangın sağlam kalmayı başarmış binaların çoğunu yok etmiştir.
Yücel Feyzioğlu imzalı “Dünyayı Sarsan Doğal Felaketler” isimli kitapta Johannes Malalas’ın ünlü Kronografya’sından çevirdiği şu sözler yer alır:
“Hava kıvılcımla doluydu, bu kıvılcımlar şimşek gibi tutuşuyor, yalnız kenti değil, toprağı yakıyor, tarlaları alevler sarıyordu. Bütün canlıların yakılması için Tanrı buyruk yağdırıyordu sanki… Ayakta kalan yapılar da yangınla yıkıldı, tek yapı ayakta kalmadı. Ne bir kilise, ne bir manastır ne de bir kutsal köşe… Depremden 200 yıl önce Kral Konstantin tarafından yaptırılan Antakya’nın altın kubbeli, en büyük kilisesi de tanrının mahkemesi önünde beş gün dayanabildi ancak. Beş gün sonra birdenbire içinden başlayan alevlerle temeline dek yanıp kül oldu…”
Orta Çağ’a geldiğimizde ise bir başka değerli kaynak çıkar karşımıza. Urfalı Mateos’un tarih kitabı… Tam adı “Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162)” isimli bir kitap 10. yüzyıl Ermeni tarihçisi Urfalı Mateos’un kayıtlarını aktarmaktadır. Olayları günü gününe aktaran bu eser Hrant D. Andreasyan tarafından Türkçeye çevrilmiş ve Aralık 2019’da kitabın dördüncü baskısı yapılmış.
Yazarının Antakya’ya hem coğrafi hem de kültürel açıdan çok da uzak olmayan bir şehirden olması Antakya için de geniş bilgiler içermesi anlamına geliyor. Günümüzde Antakya tarihini anlatan pek çok kitapta Mateos ismi de bir biçimde yerini alıyor.
Ve 19 Mayıs 1919, çok söze gerek bırakmadan tek başına bir ulusun emperyalist işgale ve yerli işbirlikçilerine karşı uyanışının tarihini anlatıyor. Benim aklıma ise en çok babam Oğuz Akdoğan’ın her 19 Mayıs’ta ezbere söyleyerek ezberlettiği şu muhteşem dizeler geliyor. Celal Sahir Erozan’ın şiiri:
O geliyor
(…)
Yıl, 1919,
Mayısın on dokuzu.
Uyanın Samsunlular!
Uyumak ölüme eş,
Diriltin ruhunuzu.
Ufukta bir gemi var!
Fakat bu gemi niçin böyle yavaş geliyor?
Acaba yolu mu az, yoksa yükü mü ağır?
Bu gemi umut yüklü, inan yüklü, hız yüklü;
İçinde bu vatanın derdiyle yanan bağır,
Kurulacak yarını düşünen baş geliyor.
Bir baş ki gökler gibi bir küme yıldız yüklü!
Bu gemi onun için böyle yavaş geliyor.
(…)