Komşudaki Acı
Geçtiğimiz günlerde Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’nin Deyr Ez Zor eyaletinde yeni bir üs hazırlığı içinde olduğu haberi Korona gündemi yüzünden çok az dikkatini çekti insanların. Oysa harita üzerinden bakınca bile bu üssün Suriye’deki en büyük petrol sahalarından birinde yer aldığı görülüyor. Ama en az bunun kadar önemli olan ayrıntının ise yine coğrafi konumu nedeniyle bu üssün Suriye’yi fiilen birçok parçaya bölen düzeni takviye etmek olduğu anlaşılıyor.
Üç beş ay öncesine dek en önemli gündem maddelerimizden biri olan komşudaki sorun artık çok az yer alıyor televizyon ekranlarında ama herkes biliyor ki can yakmaya ara vermiş bir yaranın narkozla uyutulmuş hali gibi duruyor yerinde. Narkozun etkisi geçince bütün ağrılarıyla beraber kaldıracak başını uyuduğu yerden.
Evet ülkemizde milyonlarca Suriyeli var, bu büyük bir sorun ama en uzun sınırlara sahip olduğumuz bu komşumuz tarihin başladığı günden bu yana acı çekiyor. Suriye topraklarında Suriyeli olmayan ama tepeden tırnağa donanımlı dünyanın pek çok ülkesinden gelmiş binlerce silahlı insan, onlarca üs yeni acılar yaşamak ve yaşatmak için Korona’nın geçmesini bekliyor. Suriye’nin çektiği acı ise Suriye’nin ardından en önce Hatay’ı sonra bütün yurdumuzu derinden etkiliyor.
Ama Suriye’nin acıları ne 10 yıl önce patlayan iç savaşla başladı ne de bağımsız kaldığı günlerde maruz kaldığı saldırılarla.
Suriye’yi bugünlere getiren en önemli kilometre taşlarından biri 16 Mayıs 1916 tarihinde Fransız ve Büyük Britanyalı iki kişinin vekaletinde aylar süren tartışmalar sonrasında imzalanan Sykes-Picot anlaşması idi. Bu iki diplomatın “yoğun” çabaları yüzünden ismini onlardan alan anlaşma Ortadoğu’yu parsel parsel bölmenin anlaşmasıydı. Daha doğru bir ifadeyle üzerlerinde yaşayan insanların en küçük bir fikri sorulmadan Ortadoğu’yu parsel parsel bölüşmüşlerdi. İngilizler asıl olarak petrole ve Hint Okyanusu’na açılan bölgelere yoğunlaşmıştı; Hatay ve çevresi, İskenderun Limanı, Doğu Akdeniz kıyısını oluşturan bölgeler ve neredeyse Suriye’nin tamamı Fransızlara kalmıştı.
Nitekim birkaç yıl sonra bir adım öteye geçilecek, Antakya ve İskenderun fiilen işgal edilecek ve uzun yıllar sürecek bir manda yönetiminin hakimiyeti başlayacaktı. Manda süreci Suriye’de ise çok daha uzayacak, dertli komşumuz ancak İkinci Dünya Savaşı bittikten sonra bağımsızlığına kavuşacaktı.
Ne yazık ki binlerce yıllık dünya tarihi içinde topu topu yarım yüzyıldan biraz fazla süren, üstelik siyasi çalkantılarla, savaşlarla, darbelerle geçen o günlerin yerini 10 yıldır ülkeyi toz duman eden kesintisiz kanlı çatışmalar, göçler ve gözyaşı aldı.
Aşağıdaki dizeler yine bir 16 Mayıs’ta yitirdiğimiz Antakyalı şair Kemal Karaömeroğlu’nun Sevgi isimli şiirinden:
(…)
Savaş uçakları uçmuyorsa
Uçurtmalar doldurmuşsa gökyüzünü
Bir uçtan bir uca dünyayı
Çığlık çığlığa koşuyorsa çocuklar
Buna sevgi derler