TILSIMLI İKİ SÖZCÜK
Uzaklara bakmaya gerek yok, ülkemizin yakın geçmişinde seçimle iktidar olmuş ya da muhalefette kalmış tüm siyasi partilerin vazgeçemediği tılsımlı bir sözcüktür demokrasi…
Yunanca “demos” (halk) ve “kratos” (egemenlik) sözcüklerinden gelen demokrasi halk egemenliği anlamını taşır. M.Ö. 8. Yüzyıl’da Atina’da hayata geçirilen ilk deneyimden bu yana türlü şekiller alsa da günümüzde, “hiçbir ayrılık gözetmeksizin bütün vatandaşların katıldığı hükümet biçimi,”[1] olarak ifade edilmektedir. Bugünün demokrasi anlayışı; başta seçim ve hukuk sistemi olmak üzere herkesin eşit sayıldığı süreçleri ifade eden çağdaş, evrensel bir toplumsal örgütleniş biçimini akıllara getirir.
“Hiçbir ayrılık gözetmeksizin,” anahtar sözcüklerini geçmişte ya da günümüzde pek çok deneyimi karakterize eden temel özelliklerle kıyasladığımızda, aslında o deneyimlerin ideal anlamda birer demokrasi olmadığını görürüz. Örneğin, Atina’da tüccarların halkın çeşitli sınıflarıyla birleşerek toprak soylularına başkaldırmaları ve yönetime katılma hakkını elde etmeleri ilk demokrasi tecrübesiydi. Ama o demokraside halktan sayılmayan, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan kölelerin hiçbir siyasi hakkı yoktu.
Keza, Fransız devriminden sonra yapılan seçimlerde oy verme hakkı sadece belli bir miktarda vergi verebilen vatandaşlara verilmişti.
Tüm dünyada demokrasi savunuculuğunu kimseye bırakmayan Amerika Birleşik Devletleri’nin güney eyaletlerinde siyah ırkın ilk kez oy kullandığı tarih 1960’lardı.
Arapça “cumhur” (bir araya toplanma) sözcüğünden türetilmiş Cumhuriyet ise siyasi iktidarın halk tarafından seçimle işbaşına getirildiği, parlamentoya dayalı bir yönetim biçimini ifade eder. Cumhuriyet sözcüğünün Latince karşılığı “Res Publica” ise; devlet yönetiminin krallara ait bir ayrıcalık olmadığını, tüm yurttaşları ilgilendiren bir iş olduğunu söyler. Seçim ve parlamento, bir cumhuriyet için belirleyici argümanlar olsa da seçimin ve parlamentonun içeriği cumhuriyetin kalitesi hakkında veriler içerir:
İkinci Dünya Savaşı’nın son yıllarında Nazi Almanyası tarafından İtalya’da kurulan ve başına Mussolini’nin getirildiği kukla faşist devletin adı İtalyan Sosyal Cumhuriyeti’ydi örneğin. Liderliğini yine Mussolini’nin yaptığı siyasi partinin adı ise Cumhuriyetçi Faşist Parti idi.
Yarım yüzyıl boyunca Apartheid[2] ile yönetilen Güney Afrika’daki ırkçı devlet 1961 yılında cumhuriyet olmuştu ama ülke nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturan siyahların hiçbir demokratik hakkı yoktu. Siyah vatandaşlar cumhuriyetin kuruluşundan ancak 33 yıl sonra ilk kez seçimlere katılabileceklerdi.
İran İslam Cumhuriyeti’nde şeklen de olsa tüm halkın katıldığı seçimler yapılmakta, meclis ve belediye üyeleri tayin edilmektedir ancak her şeyin üstünde son noktayı koyan dinsel bir otorite vardır.
Uzaklara bakmaya gerek yok, ülkemizde de pek çok siyasi partinin vazgeçemediği bir başka tılsımlı sözcüktür cumhuriyet…
Yan yana koyduğunuzda aralarında dünyalar kadar fark olan iki siyasi çizgi, kendisini pekâlâ bu aynı sıfatla tanımlayabilir. Bu da hiç şüphe yok ki, Atatürk’le başlayan, eksiğiyle gediğiyle Türkiye’yi Ortadoğu ülkelerinden ayıran bir siyasi farklılıktır.
Sırasıyla İran’da, Irak’ta, Suriye’de yaşananlar düşünüldüğünde; şeriat yasalarının anayasa olarak kabul edildiği Suudi Arabistan’da kadınlara seçim hakkının ancak geçtiğimiz sene tanındığı ve dahi araba kullanmalarının halen yasak olduğu göz önüne getirildiğinde bu farkın önemini kör gözler bile anlar.
O fark; tam bağımsız, demokratik bir cumhuriyet kadar olduğunda dünya çok daha güzel olacak.
[1] Orhan Hançerlioğlu, Toplumbilim Sözlüğü
[2] (Afrika dilinde “ayrılık” anlamına gelmektedir), Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Nasyonalist Parti hükümeti tarafından uygulanan ırkçı ayrımcılık sistemidir.
Bu yazı ODTÜlüler Bülteni‘nde yayımlanmıştır