Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

YOKSULLAR DA ÇALAR

YOKSULLAR DA ÇALAR

Küçük bir çocuk simit ya da baklava çaldığında alnına ömür
boyu hiç silinmeyecek bir leke çalınır. O artık bir hırsızdır. Hele ki
“adalet”in “şaşmaz” kolları onu demir parmaklıklar ardına “ıslah” olması için
yolladığında alnındaki damga küresel boyutta tescillenmiştir.

Öte yandan sıradan kahvehane sohbetlerinden tutun da,
hararetli açık oturumlarda ya da içki masalarına meze olan sohbet konularında
sık sık duyarız… “IMF Türkiye’yi teslim almıştır”, “Türkiye’yi IMF yönetiyor,
Dünya Bankası yönetiyor”, “Bütün değerli kuruluşlarımız özelleştirme adı
altında yabancılara satıldı” vs. vs…

Onların yaptığının aslında en büyük hırsızlık olduğunu
sokakta rastgele seçebileceğiniz bir insan da, en taraflı basın yayın
kuruluşunun köşe yazarı da bilmesine rağmen; hiçbiri çıkıp da hırsızlıktan
yargılanmaları için en yakın cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunmaz
örneğin. Çünkü onların yaptığı hırsızlık kusursuz bir biçimde örtbas edilmekte
ya da o hırsızlıktan çıkarı olan pek çok farklı kesim tarafından farklı
nitelemelerle ortaya sürülmektedir.

O farklı nitelemelerin adı kimi zaman “dış borç”, kimi zaman
“tavsiye”, kimi zaman “yardım”dır. Ama aklı başında herkes her geçen yıl
yenilenen istatistiklere baktığında o “tavsiye”lerin, o “yardım”ların yoksul
insanlara zarardan başka bir şey getirmediğini kolaylıkla görür. “Dış borç”
sürekli büyür, “tavsiye”ler emirden, görevden başka bir şey değildir, “yardım”
en büyük hırsızlığın en çok tutmuş demagojisidir.

Türkiye’de her yeni doğan çocuk daha annesinin karnındayken
bilmem kaç yüz dolarlık bir borç yükünün altına girer. Gelir adaletsizliğine
ilişkin sürekli çıkarılan istatistiklerde milli gelirden en yüksek payı alan
yüzde bilmem kaçlık kesimin aldığı pay sürekli artarken, milli gelirden en
düşük dilimi alan yoksulların payı sürekli azalır. O çok klasikleşmiş ama
yanlış olmadığı ayan beyan ortada duran tabirle zengin daha zengin, yoksul daha
yoksul olmaya devam etmektedir.

Yoksulluğun en büyük nedeninin bu olduğunu herkes bilir ama
yanına orta tabakaları da alarak sürekli büyüyen o yoksul kitlenin hakkını
çalanlar, kırmızı halılarla karşılanmaya, boğaza bakan beş artı yıldızlı
süitlerde misafir edilmeye edilir.

Dışardan gelen yani kökü dışarda büyük hırsızlar, kökü
içerden yani yerli büyük hırsızlarla kurdukları şebekelerle sürdürürler en
büyük soygunu. O şebekelerin adını herkes bilir ama hiçbir kanun onları
yakalamaya izin vermez. Zaten pek çok anayasa değişikliği bile bu soygunları
kılıfına uydurmak için yapılmıştır.

Sonra o kırmızı halılarda karşılanan, muslukları altın
kaplamalı süit odalarda boğaza karşı konaklayanlardan ya da onların büyük büyük
patronlarından Türkiye’de ve dünyada yoksulluğun çözümü için “çare”ler
fısıldayan sesler duyulur…

O sesler daha fazla tersaneye girmek, daha fazla fabrikaya
bayrak dikmek, doğal zenginliklere daha fazla el koymak için yükselir. O sesler
sıklaştıkça işsizlik artar. O sesler sıklaştıkça hırsızlık, gasp, kapkaç gibi başkasının
parasını ya da malını çalmaya yönelik suçlarda bir önceki yılın verilerini aşan
fırlamalar görünür. Bulvar gazetelerinin üçüncü sayfaları her gün liste liste
işlenen suçları yazar. Çözüm olarak trilyonlar harcanarak “Avrupa
standartlarında” cezaevleri yapılır. F tipleri, L tipleri vs vs. diye yükselir
“standart” mapushaneler. Oralara hırsızları da koyarlar, büyük büyük hırsızları
teşhir edenleri de… Ama çaldığı ayyuka çıkacak kadar ortalığı rahatsız etmemiş
bir tane büyük büyük hırsız göremezsiniz…

Elbette hiçbir gerekçe çalmak için mazeret değildir. Aklı
başında hiçbir insan kalkıp da ülke şartları altında “çalmayıp da ne
yapacaklardı” diyemez o cezaevlerini dolduran on binler için… Ama aklı başında
hiçbir insan onca adeletsizliğin ortasında, bunca yoksulluğun içinde hırsızlık
suçlarındaki artışa şaşırmaz. Aklı başında hiçbir insan onca adaletsizliğin,
onca yoksulluğun, onca eğitimsizliğin, onca felaketin içinde doğan milyonlarca
çaresiz insanın asla ve asla insanlığın en kutsal erdemlerine kayıtsız şartsız
bağlı kalabileceğine inanmaz.

O çaresiz insanları ne hasbelkader okuma şansı buldukları
ilkokullardaki ahlak dersleri hırsızlıktan uzak tutmaya yetebilir, ne de dört
kitapta sıralanan farzlar, tavsiyeler, emirler…  Gelir adaletsizliği düzelmedikçe yoksul
bırakılıp insanlığından uzaklaştırılanlar pek çokları da çalmaya devam edecek

 

 

 Kamil Akdoğan