AĞRIDAĞI EFSANESİ
Yaşar Kemal’in benzersiz kalemiyle yazdığı Ağrıdağı Efsanesi, Ağrı Dağı civarında yaşanan bir aşk öyküsünü anlatıyor. Ahmet’le Gülbahar’ın aşkı…
Ahmet sıradan bir köylü gencidir Bayezıt’ta. Gülbahar ise bölgedeki Osmanlı paşasının kızı… Birbirlerinin varlığından bile haberleri olmayan bu iki genç dillere destan olacak bir tesadüf sonrasında aynı yazgıda yerlerini alırlar.
Mahmut Paşa’nın güzel atı bir sarayı terk eder ve Ahmet’in evinin önüne gelir… Ahmet’in büyükleri tam üç kez bu atı göndermeye çalışırlar ancak her seferinde at gerisin geri Ahmet’in kapısına gelir, durur… O yörenin bir töresi vardı… Atın sahibi kim olursa olsun, yerini terk edip de bir başka ocağın kapısına gelip durmuşsa, artık o at bir “hak yadigarı”dır, geri verilmez.
Ahmet de töreye uyar!
Bir zaman geçtikten sonra, atın sahibinin zalim Osmanlı beyi Mahmut Paşa olduğu anlaşılır. Mahmut Paşa, atını her kim bulmuşsa, kendisine getirene ödül verecektir üstelik. Ne var ki Ahmet atı teslim etmemekte kararlıdır. Çevredeki bütün Kürt köyleri de ona hak vermektedir.
Mahmut Paşa, birçok adamını gönderip de atını geri alamayınca küplere biner. Nihayet askerini toplar ve atına el koyan gencin peşine düşer… Ahmet ve köylüler başlarına gelecek felaketi çok iyi bildikleri için evlerini barklarını terk edip Ağrı Dağı’na çekilmişlerdir. Geride, yüz yaşındaki Sofi dışında bir Allah’ın kulu kalmamıştır insan diye. Askerler Sofi’yi yakalayıp zindana atarlar, kimseyi bulamayınca da saraya dönerler.
Mahmut Paşa bir hileyle Ahmet’i sarayına çağırtır.
Artık Ahmet, Sofi’yle beraber zindandadır. Zindanda Sofi kendi yaptığı bir kavalla yanık ezgiler çalmakta, Mahmut Paşa’nın kızı Gülbahar ise odasında bu güzel sesi dinlemektedir günlerdir. Gülbahar, Sofi’nin kaval çalışına o derece hayrandır ki, sık sık yiyecekler gönderir, ziyaretine gider gizlice…
Ahmet zindana geldikten sonra Gülbahar, alışık olduğu ezgiden çok daha güzel bir ses duyar. Bu kez Ahmet çalmaktadır kavalı. Gülbahar bu kadar içli kaval çalan Ahmet’e aşık olmuştur. Karşı konulmaz bir istekle onu görmeye çalışacaktır bundan sonra. Zindanın gardiyanı ise gizliden gizliye Gülbahar’a tutkun Memo’dur. Memo, aşkının umarsızlığını bildiğinden sürekli içine atmıştır dertlerini. Bir gün Gülbahar gelip de Ahmet’i görebilmek için kendisine yalvardığında dünyası yıkılsa da onu kırmaz ve görüşmelerine izin verir. Hatta bir keresinde kendi oturduğu odayı bile onlara bırakır. Burada Gülbahar Ahmet’in olur. Memo onları öldürmeye yeltense de kıyamaz. Sonu sonu kaçmalarına izin verir.
Memo, tüm bu iyilikleri, cezasının ne olacağını çok iyi algıladığı halde Gülbahar için yapmıştır. “Dile benden ne dilersen” diyen Gülbahar’dan bütün istediği ise o taptığı kızın saçından birkaç teldir sadece.
Durumu öğrenen paşa ise Memo’yu öldürmeleri için adamlarını yollar. Memo surlardan atlayarak yaşamına son verir. Yüreğinin üzerinde duran sıkılı avucunda bir tutam saç bulur cansız gövdesini tutanlar. Bu arada paşanın adamları Gülbahar’ı da zindana atmışlardır. Ancak Mahmut Paşa, o güne dek sessiz duran kalabalıkların istediği zaman nasıl önünde durulamaz bir güç haline geldiğini görerek anlayacaktır. Çiğnenen töre, yapılan zulüm, insanları galeyana getirmiş ve akın akın saraya yürümüştür hepsi. Bu selin karşısında paşanın yapabileceği hiçbir şey yoktur ve kalabalık Gülbahar’ı zindandan çıkarır gider…
Şimdi Ahmet’le Gülbahar kavuşmuştur ama her şey bitmiş değildir. İlkin birbirlerine helal olmaları için babalarının rızası gerekmektedir. Ahmet’in kaçtıktan sonra yanına sığındığı bir şeyh Hoşap beyine gitmelerini salık verir. Bir töreye göre bey onları nikahlı sayacak ve abası Mahmut paşa da razı olacaktır. Bütün bunlar olurken Ahmet’in içine düşen bir kurt gün be gün kendisini kemirmektedir. Gülbahar ondaki değişikliği görmüş, ilkin bir anlam verememiştir ancak daha sonra tahmin etmeye başlamıştır.
Hoşap ileri gelenleri ise iki sevgilinin birbirlerine kavuşmaları için Mahmut Paşa’ya son bir öneri götürürler. Buna göre Ahmet Ağrı dağı’nın doruğuna çıkacak ve orada bir ateş yakıp yeniden düze inebilirse Mahmut Paşa kızını vermeye razı olacaktır. Gülbahar bu öneriyi desteklemez, zira o güne dek Ağrı’nın doruğuna çıkan olmamıştır. Ama ne derse desin Ahmet’i caydıramaz… Paşanın da nasılsa geri dönemez diyerek öneriyi kabul etmesiyle Ahmet’in Ağrı’nın doruklarına yolculuğu başlar.
Ahmet üç gün içinde dorukta ulu bir ateş yakacağını söyleyerek çıkmıştır yola. O dağa tırmanırken, çevrede her kim varsa sarayın önünde toplanmış sessiz sessiz beklemektedir. O kadar insan toplanmıştır ki, o güne dek böyle bir kalabalık görülmemiştir. Üstelik hepsi de öfkelidir ve öfkelerinin biricik kaynağı olan Mahmut Paşa’dan hınçlarını almak için fırsat beklemektedir. Mahmut Paşa da bu kalabalığın neler yapabileceğinden korktuğu için kızını Ahmet’e verdiğini açıklamak zorunda kalır.
Üç günün sonunda ise dağın doruğundan bir ateş yükselir. Ahmet başarmıştır, kalabalıklar müthiş bir sevinç içindedir. Ve bir sabah çıkar gelir Paşa’nın yanına… Artık Gülbahar Ahmet’indir… Hiçbir eğlenceye katılmadan atına alır sevdiğini, gider…
Ancak içindeki kurt artık onu tanınmayacak bir hale getirmiştir. Ne Gülbahar’a yanaşmakta, ne de tek kelime olsun ağzını açmaktadır. Günler sonra dayanamayıp sorar Gülbahar’a, içindekileri döker ve Memo’nun kaçışına nasıl izin verdiğin, kendisinden ne istediğini sorar… Gülbahar her şeyi anlamıştır, Memo’nun hiçbir şey istemediğini söyler…
Ahmet çeker gider…
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları