“ANTAKYA’DA YAŞAYAN ARAP (RUM) HIRİSTİYANLAR”
Aralık 2017’de 238 sayfa olarak bastırılmış kitap “Ortadoğu Arap Halkları Araştırma Enstitüsü” tarafından hazırlanan bir araştırma raporu. Türkçe, İngilizce ve Arapça dillerinde yazılmış.
Dört bölümden oluşuyor:
- Amaç ve Kapsam
- Yöntem
- Kuramsal Çerçeve
- Analiz ve Bulgular
Sonuç, Teşekkür ve Kaynakça ile bitiyor.
Ama bu başarılı çalışmaya geçmeden önce çalışmayı gerçekleştiren enstitünün adına dair bir eleştirimi paylaşmak istiyorum.
Enstitünün adı, “Ortadoğu Arap Halkları Araştırma Enstitüsü”. Bugüne dek basımı gerçekleşen iki yayını var. Birincisi Arap Alevi Konferansı Konferans Kitabı, ikincisi ise yazının başlığında kullandığım rapor. Muhtemelen çalışmalar farklı etnik ya da dinsel temelli kimlikler üzerinde devam edecek ve muhtemelen bu kimlikler içinde kendini Arap hissedenler de olacak, hissetmeyenler de olacak. Zaten Enstitünün ilk çalışmasının sunumundan da farklı kimlikler üzerine çalışmaların yapılacağı anlaşılıyor. Nitekim ikinci kitapta yer alan saha çalışma örneklerinden de görüyoruz ki Arapça konuştuğu halde kendisini Arap hissetmeyen kişiler var. Bu yüzden Enstitünün mevcut adının sadece Ortadoğu’da değil, çok kültürlü Antakya’da bile sınırlı bir kesimi kapsadığını düşünüyorum. “Arap” yerine “Arapça Konuşan Halklar” hatta “Halklar” demek bence daha doğru olurdu. Keza “Ortadoğu” yerine “Doğu Akdeniz” de daha uygun bir alternatif olabilirdi. Elbette bunlar kendi düşüncelerim.
Kitabın birinci bölümünde çalışmanın “Antakya’da Arapça ibadet eden Rum Ortodoks Hıristiyanların sözlü tarihi, sosyal ve kuramsal ayrımcılığa maruz kalma biçimleri, siyasi temsili ve öznelliği üzerine” odaklanıldığı söyleniyor, ikinci bölümde bilimsel yaklaşımın yöntemi anlatılıyor, üçüncü bölümde “etnik ve kültürel sınırlar” ile “kültür ve bellek” başlıkları altında kuramsal bir çerçeve çiziliyor ve saha çalışmalarından elde edilen veriler dördüncü bölümde analiz ediliyor.
Antakya kültürüne yabancı birini çok açık bir şekilde hayrete sürükleyecek bir adı var kitabın. “Antakya’da Yaşayan Arap (Rum) Hıristiyanlar” … Böyle bir ibare gerçekten de dünyanın çok az bölgesinde şaşmaktan alıkoyabilir insanı. “Arap” da “Rum” da hem iki farklı dinsel örgütlenmeyi çağrıştırıyor, hem de iki farklı etnik kökeni ifade ediyor çünkü. Böylesi bir tabirin Antakya gibi yerküre üzerinde en iyi anlaşılması beklenen bir coğrafyada bile çoğu kez insanı şaşırtabileceğini söylemek mümkün.
Savaşların ve göçlerin dünya coğrafyasını ulus devletler formatında biçimlendirdiği ve bu biçimlendirmenin vicdana aldırmadan ve çoğu kez “öteki”leri öteki olarak bırakmaya dahi tahammül etmeden devam ettiği günümüzde onlardan bir kısmının da olsa bu çalışmada olduğu gibi hatırlatılması her şeyden önce çok değerli. Enstitü tarafından yapılan bu çalışmaların Antakya ve çevresi için bir ilk olduğunu düşündüğümüzde değeri bir kat daha artıyor.
Çoğunluğun ötekileştirme politikalarına eşlik eden ve dünyanın hemen her yerinde görebileceğimiz ve hiçbirinde de ulusal, yerel bir özgünlük içermeyen betonarme temeller, duble yollar, iş merkezleri, AVM’ler yüzlerce yılın alın teri, kanı canı üzerinde şekillenmiş nadide kültürleri seyreltirken duyarlı insanların elinden en azından tıpkı bu çalışmada olduğu gibi tarihe bir not düşmek geliyor.
Son derece düzgün, özenli ve objektif cümle ve verilerle hazırlanmış bu çalışmanın amacı olarak üç temel soruya yanıt aranmış ve bence bulunmuş:
- Antakya’da yaşayan ve Arap Hıristiyanların tarihlerini yani kültürel belleklerini, anlama ve anlatma biçimlerini öğrenmek,
- Bu topluluk gençlerinin etno-dinsel kimliklerini nasıl ifade ettiklerini öğrenmek,
- Siyasi alanda temsil ve söylemler bakımından yaşadıkları sorunları saptamak.
Rapordan da görüyoruz ki, topluluğun ana dilinin Arapça ve dinsel kimliğinin Ortodoks Hristiyan olmasında sadece yaşlı kesimlerde değil, gençlerde de bir soru işareti yok. Ama iş etnik kimliğe gelince bilimsel olarak Rum kimliği kabul edilse bile kendini tanımlama anlamında farklılıklar ortaya çıkıyor. Cemaat üyelerinden kimi kendisini Arap, kimi Arap-Rum, kimi Türk, kimi Rum, kimi Sami ırkından hissediyor. Yüzlerce yılın dayatmaları düşünüldüğünde belki de son derece anlaşılabilir hissetmeler bunlar. Ama ne hazindir ki bilimsel olarak Rum kabul edilen insanlardan hiçbiri Rumca bilmiyor. Bunun Antakya için anlamı ise kente en büyük zenginliğini veren renkler kümesinin bir renk kadar fakirleşmesinden başka bir şey değil.
Antakya’yı Antakya yapan en temel özelliğinin çokkültürlülük olduğu bilinci diliyor ve ümit ediyorum ki Antakya yaşadıkça tüm renkleriyle beraber devam etsin.