Sokağa Davet
“Konstantinapolis! Ya sen beni alırsın ya da ben seni” diyen Fatih’in o direnç yüklü isteği üzerinden neredeyse bin yıla yaklaşan sürede kimler; ne isteklerle, sevgilerle, özlemlerle seslenmişler bu kente.
Bunların içinde “bir sengine yek pare acem mülkü fedadır” diyen ozandan tutun da niceleri çok söz etmişler, dizinler sıralamışlar. Bunların içinde en başta saygıyla anacağımız Nazım Usta’nın Kuvayi Milliye Destanı’ndan bir iki dizeyle sürdürelim konumuzu:
“Biz ki Istanbul şehriyiz,
Seferberlik görmüşüz:
…
Biz ki İstanbul şehriyiz,
güzelizdir,
dört yanımız mavi mavi dağdır, denizdir.
Öfkeli, büyük bir şair:
«Ey bin kocadan arta kalan bilmem neyi bakir» demiş bize
ve bir başkası,
yekpare Acem mülkünü fedâ etti bir sengimize.
…
Biz ki İstanbul şehriyiz,
yüce Türk halkı,
malûmun olsun çektiğimiz acılar…”
Yazıya saygın Nazım Usta’nın içten gelen dizeleriyle başlamaktı en güzeli.
Elimde bir yapıt var. Günlerdir İstanbul yiyip İstanbul içiyorum. İstanbul’u o kadar içten anlatıyor ki kendinizi alamıyorsunuz.
Roman; yazın türlerinden en yaratıcı olanı. Ancak bu yaratıcılık; parayla, pulla, kiremitle, tuğlayla, çanak çömlekle oluşturulamıyor. Ya yukarda başlangıçtaki demir leblebi dizelerin güzelliği, sıcaklığı içinde ya da bir roman havası içinde anlatmak, tanıtmak, yaratmak zorundasınız. Özellikle konumuz olan İstanbul’u türlü yönleriyle tanıtan yapıtlar var düzinelerle. Bu yapıt da onlardan biri.
Sokağa Davet adlı yapıtı okurken İstanbul ile ilgili kalem oynatan yazarlar geldi gözümün önüne; örneğin en başta Orhan Veli.
“İstanbul’u dinliyorum gözlerim kapalı” adlı dizini hem dizin sanatı yönünden hem de İstanbul gibi tarih yüklü bir kenti bir iki sözcükle derinliğine anlatan yetkinlikte değil midir? Onun adı geçtiği için kalktım kitaplıktan Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi’ne baktım. Ne yazık ki elimizdeki tek yazarlar belgeliğinde Orhan Veli’nin adı yoktur. Bu umursamazlığın yorumunu saygın okuyucuya bırakarak biz konumuza dönelim. Bu üzüntü ile ansiklopediyi karıştırırken bildiklerim, anımsadıklarım bir bir geçti gözlerimin önünden.
Bir rastlantı ile Aydınlık gazetesinin kitap eki elimdeydi. 16 mart 2018 sayılı ekte Salah Birsel tanıtılıyordu.
“Ah Beyoğlu, Vah Beyoglu”
“Boğaziçi Şıngır Mıngır”
Daha nice onlarca yapıt, onlarca deneme…
İstanbul doğumlu olmadığı halde İstanbulu öylesine bir harmanlıyor, anlatıyor ki… tarihiyle, coğrafyasıyla, doğal güzellikleri, bulunmaz anıtlarıyla gelmiş geçmiş İstanbulu gözlerimizin önüne seriyor.
Yalnız bu iki üç yazarla da sınırlı değil; İstanbul için yazan nice yazar, ozan, felsefeci, tarihçi var, yerli yabancı.
Ancak Salah Birsel’in ağırlığı, ayrıcalığı bir başka. Yukarda sözünü ettiğim Orhan Veli için bir vefa örneği olarak Orhan Veli’nin şiiri bir başka diyor
Evet İstanbul için yazılmış yerli yabancı yazarlar, bilgeler; günümüzden bin yıllar öncesinden beri çok söz edilmiş, daha da edilecek.
İşte Şafak Tanır’ın Sokağa Davet yapıtına bu gözle bakarsak geleceğe umut veren kalıcı yapıtlar bırakacağa benzeyen bir yazar doğuyor.
Evet ortasından deniz geçen, dünyanın en saygın güzelliklerini sergileyen, tarihi değeri olan boğazıyla nice imparatorluklara başkentlik yapmış İstanbul.
Ne yazık ki bizim sözde yönetici geçinen kaprislilerin umursamadan kentin, tüm varsıllıklarını, doğal güzelliklerini hor kullanarak çirkinleştirilmesine hatta yaşanamaz duruma getirilmesine göz yumulması da ayrı bir sorun, üzüntü, sıkıntı. Bu konuya toplum olarak ne yazık ki sahip çıkamıyoruz.
İstanbul için ciltlerle yapıtlar… Romandan denemesine, şiirden destana, araştırmadan belgesellere kadar nice yazılar yazılmış, sözler söylenmiş; sanat yapıları, resimler, çizimler bırakılmış. Bu bir gerçeğin de görünümü oluyor. Çünkü böylesine tarihsel geçmişi olan, güzellikler sergileyen bu kent için daha neler yazılacaktır kim bilir? İşte Şafak Tanır’ın Sokağa Davet adlı oylumlu 270 sayfalık yapıtı elimde, okuyorum.
İstanbul hakkında söz söyleyebilmek için o kenti iyi tanımak, görmek, bilmek, incelemek hatta bunlarla da yetinmeden o kentle ilgili belgeler incelemek gerekir. İstanbul sokaklarını ne kadar arşınlarsanız arşınlayın o kentin havasını yansıtamazsınız. Ancak Şafak Tanır sokaklarını bilinçle, ilgiyle, sevgiyle gezmiş, dolaşmış. İstanbul sokaklarını adım adım, karış karış gezmiş, görüntüleriyle ortaya sermiş. İçtenlikle, sevgiyle anlatıyor, anlatıyor. Geceleyin parkların durumunu, gündüzlerin sokak kalabalığını, mahşeri andıran o koşuşturmaları, o ivecen sıkıntılı durumları, ayaküstü gördüklerini, parklarda dinlenen dizi dizi yaşlıların tesbih çekişlerini, fısıltıya benzer sohbetlerini öylesine güzel bir destansı havayla anlatışı var ki.
Öyle tatlı bir anlatımla kitabı bitirince yıllar önce birkaç kez gittiğim İstanbul’a şu doksan yaşın eşiğinde yeniden gitme hevesi doğdu içimde. Yeniden gitmek, oraları bir daha gözlemlemek, Aşiyana çıkıp o kutsal sayılan Fikret, Mustafa Kemal resimlerini bir daha gözleyerek sevgiyle, mutluluk içinde ayrılmak. Ya da Dolmabahçe’deki o 1930’ların havasını koklamak. Mustafa Kemal sevdasıyla orada biraz gezinerek anılarla hesaplaşmak.
Ancak yapıtı bitirdiğimde gördüm ki gitmeye gerek bırakmadan genç yazar gereğini yapmış.
Yazar daha önceden de 2023’e Mektup adlı deneme-roman biçimindeki yapıtı ile çocuklar için Sihirli Altınlar – Uzun Sakallı Dede adlı iki çocuk öyküsü var.
Yazar Sokağa Davet derken sanki bizi gezmek için İstanbul’a çağırıyor. Geleceğe yönelik umut veren genç yazarı kutlar, yeni daha güzel yapıtlar bekleriz.
Zeki Büyüktanır
mart 2018
Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar
Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları
Edebiyat Kültür Sanat Dergileri
Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz