“Tunçtan Daha Sağlam”
18. yüzyılın ilk yarısında Antakya’yı gezen seyyahlardan birisi olan Charles Perry, asıl olarak İstanbul, Suriye, Mısır ve Yunanistan’ı anlattığı 1743 tarihli “A View of Levant: Particularly of Constantinople, Syria, Egypt and Greece” isimli kitabında az da olsa Antakya’ya da yer vermişti.
İskenderun limanıyla Antakya, sınırı belli olmasa da adına Levant denen ve asıl olarak Doğu Akdeniz için kullanılan coğrafi bölgenin çok önemli bir yerleşim yeri idi oysa.
Ama, aynı zamanda bir tıp bilimleri yazarı da olan İngiliz vatandaşı Charles Perry’nin beş yüz yirmi dört sayfa metin ve ek olarak çok sayıda görselden oluşan kitabında Antakya’ya ayrılan kısım iki sayfa bile tutmuyordu.
Üstelik yazdıkları da bir tek şey dışında hiç de iç açıcı değildi.
Bir zamanları için “muhteşem” ve “ünlü” dediği Antakya’nın o sıralardaki hali “pis” ve “sefil”di Perry’ye göre.
Yazarın Antakya’daki “en düzgün yer” diye övdüğü tek şey; kenti çevreleyen ve o vakitlerde hala ayakta duran surlardı.
Surlara hayran kalan Perry onların tarihe meydan okuyuşlarını anlatmak için Romalı şair Quintus Horatius Flaccus yani Horace’ın bir şiirine başvuru yapmıştı.
O şiir Horace’ın kısa lirik şiirlerinden oluşan dört ciltlik Odes (Carmina) isimli eserinin üçüncü kitabında idi.
Charles Perry’nin Antakya surlarını karşılaştırmak için kullandığı benzetme “tunçtan daha kalıcı anıtlar diktim” anlamına gelen “Exegi monumentum aere perennius” dizesindeki “aere perennius” idi.
Antik çağların en önemli şairlerinden birinin kendi eserlerini övmek için kullandığı bir sözdü bu ve yer aldığı şiir ise üçüncü kitabın kapanış şiiri idi.
Evet, Antakya Surları “Aere perennius”, yani tunçtan daha sağlamdı…
Ama o sağlamlıktaki surları bile yıkacak güç bu talihsiz kentin peşini hiç bırakmayan bir depremdi yine.
3 Nisan 1872’de Antakya tarihi boyunca gördüğü son büyük depremi yaşadı.
Kaynaklar, Samandağ merkezli meydana gelen bu depremin tsunamiye yol açtığını, Antakya’nın ve Samandağ’ın tamamen yıkıldığını yazar.
Tunçtan sağlam olan surlar da bu felaketin kurbanları arasındaydı.
………..
Saygıdeğer Antakyalılar, ben babamı, sizler de dağ gibi bir hemşerinizi kaybettiniz, başınız sağ olsun. Ağabeyim Haluk Akdoğan hislerimize şöyle tercüman oldu:
“Gündüz ve gece boş bulduğu kağıtlara şiir yazan ve her zaman şiirine konu olacak malzemeyi bulma enerjisini çok ileri yaşına kadar kaybetmeyen, yazdığı şiirleri icra etme hususiyetine haiz, bütün çocukları, torunları, ve çok sevgili eşi rahmetli annem adına şiirler yazmış ve bu şiirleri aile içinde ve yakınlarına okumaktan haz duyan, hayatının ehemmiyetli bir kısmını çok sevdiği öğretmenliğe adamış, leyli mektebde tahsil görmenin kazandırdığı olgunluk ve sabır ile öğrencilerini seven ve her vesilede kollayan ve öğrencileri tarafından çok sevilen, çok sevdiği Mehmet Akif Ersoy’un o meşhur şiirinin 9 kıtasını birden mısra mısra ezbere ve rast makamına olan tutkusu nedeniyle kendi keşfettiği değistirilmiş makam-i-mahur ile muazzam bir sesle ve yine kendisine mahsus şiddetli hisler içinde dinleyenin tüylerini diken diken ederek icra eden ve ilerleyen yaşına rağmen icraya devam eden ve her icrasında tebessüm eden ve mesud olduğu gözlerinden anlaşılan, Kutadgu, Basak, Barış ve Nehir’in çok sevgili dedesi, Nevin, Aydın ve Tülay’ın kayınbabası, Haluk, Kamil ve Gül’ün babası, “benim hayatım” dediği rahmetli annemiz Müfide Akdoğan’ın eşi 1930 Antakya doğumlu Şair ve Emekli Ögretmen Oguz Akdogan’ı 5 Nisan 2020’de kaybettik. Rahmetli bugün Ankara Karşıyaka mezarliğında defnedilecek. Başımız sağolsun, Allah rahmet eylesin, makamı cennet olsun.”