Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

CEMİL BEY

Aalen - Antakya Kültür Derneği 2010 Dr. Yahya Kanbolat Öykü Yarışması

Aalen - Antakya Kültür Derneği 2010 Dr. Yahya Kanbolat Öykü Yarışması

CEMİL BEY
2010 Yahya Kanbolat Öykü Yarşması’nda ikincilik alan öyküm:
 
CEMİL BEY

Onu ilk kez bir hastane odasında çekilmiş fotoğrafta tanıdım. Yatağın ucuna eğreti oturmuştu. Apak saçlarıyla objektife mağrur bakmaya çalışan, ama artık son nefesini vermeye sayılı günleri kaldığını her haliyle belli eden bir ihtiyardı. Hemen yanında, onunla aynı karede yer almaktan duyduğu gururu yüzünde yansıtan, son günlerinde yalnız bırakmadığı için buruk bir mutluluk duyan akrabalar, babam vardı…

Daha sonra sora sora öğrendim. O,  henüz on yedi yaşında girdiği vatan savunmasını uzun yıllar sonra alnının akıyla tamamladığında,  belleğinin bir yanı İngilizlerin elinde tutsak geçmiş anılarla yüklüydü, bir yanı Arap çöllerinde çatışmalarla… Bacağında ise bir Fransız kurşunu vardı. Antakya’nın ilk kuvayı milliye çetelerinde savaşmış bir kahramandı…

Cemil bey, savaşla beraber askerliği biten milyonlarca insandan biri değildi. Zira memleketi Antakya uzun yıllar sürecek bir işgalin pençesindeydi…

Fotoğraf makinesinin objektifine bakarken neler düşündüğünü hiçbirimiz bilemezdik. Ama flaş her gümbürdediğinde yaşamı boyunca duyduğu bütün patlamaları birer birer aklından geçirir gibi değişiyordu bakışları. Yoğun ışık henüz etkisini yitirmeden gözlerine yerleşen gurur, ince elenmiş bütün tarih kitaplarından okunabilirdi. Antakya’da, Kilis’te, Halep’te… Belki de işgal edilmiş herhangi bir vatan köşesinde yeniden kazanılmış düşlerin sevinç haykırışlarıydı belleğine yaptığı yolculuk.

Sadece aynı acıları yaşamış gözlerin ayırt edebileceği an’lık gölgelerde, belki bacağına kurşun saplanırken yaptığı bir hata, belki iki kulaç gerisinde sonsuza uğurlayacağı bir can yoldaşının özgürlüğe takılı kalmış bakışları, belki de arkasını döndüğünde yağan kurşunların izleri vardı.
* * *
Küçük çayın kenarından birerle kol yürümeye çalışıyorlardı. Bu görüntü, durduğu tepeden çıplak gözle bakan biri için nizami bir asker topluluğuna benzetilebilirdi pekâlâ. Ama dürbünle izlendiğinde sekiz kişiden oluşan birliğin hali içler acısı görünüyordu. En arkada yürüyen iki er ayaklarını sürümekte zorlanıyordu zaten. Her birinin saçı sakalı birbirine karışmış, ayaklarındaki bez parçalarından kanlı parmakları fırlamış, avurtları sanki aylardır ekmek yüzü görmemiş gibi çökmüştü.

İlk top mermisi yirmi metre önlerine düştü. İkinci mermide ise tam isabet vardı. Sekiz yorgun askerden nispeten sağlıklı olanlar siper almayı başarmış ama ikisi en arkadaki yaralı arkadaşları olmak üzere üç arkadaşları anında şehit düşmüştü. Cemil’de hiç hasar yoktu ama yerde cansız yatan arkadaşlarını gördükçe sağ kurtulduğuna sevinemiyordu.

Üçüncü bir top sesi duymadı. Hafiften doğrulmaya çalıştığında her ağacın arkasından üzerlerine doğru çevrilmiş namluları gördü. Birkaç metre yanında kıvranan komutanının silahı son patlamayla savrulduğundan verebileceği tek komut kalmıştı…

Artık İngilizlerin elinde tutsaktı. İngilizlerin komutanı, şehit arkadaşlarını gömmeleri için izin vermişti. Zor da olsa son görevlerini yerine getirdiler.

Kalabalık İngiliz birliğinin önünde yürüyerek, bir saat önce üç arkadaşlarını yanlarından ayıran topun arkasından geçtiler. Az ilerde çarpışma öncesi hayaliyle yürüdükleri Arap köyü vardı. Biraz daha yakınına gelince, bu köyün artık tamamen İngiliz askerleri tarafından kullanılan bir karakol haline geldiğini gördüler. Bazı evlerin önünde nöbetçiler vardı. Kendilerinden başka tutsaklar olabileceğini düşündüler.
* * *
Tutsaklık herkes için zordur. Ama nasıl ki tutsaklığı daha çekilir kılan koşullar hayal edilebilirse, daha kahredici kılan koşullar da mevcut olabilir. Cemil ve aynı uğurda omuz omuza çarpıştığı birçok savaşçı için tam da böyledir. Daha düne kadar ormanlarında avlandıkları, kırlarında dolaştıkları topraklardadır tutsaklıkları…

Ayrı ayrı konuldukları minicik hücrelerin çatlak duvarlarından burunlarına yayılan kekik kokusu dünyanın başka hiçbir yerinde şimdiki gibi hüzünlü kokmazdı. Duvarın çatlağından boy gösteren bir reyhandan, tavandaki ankebüt  ağına ya da kapı aralığındaki bezzekalara  dek hiçbir şey yabancı değilse; tutsaklık, doğduğu göklerin altında ömür boyu elleri kolları bağlı kalmak gibi koyar adama.

O yüzden hepsinin aklında fikrinde kaçmak vardı.

Cemil bey ilk fırsatta erişir muradına. Kendisine kalsa o koşullarda belki hiç aklına bile getirmeyeceği banyo gereksinimi, centilmen(!) İngilizler için fazlasıyla önemlidir.

Kapının kilidi bir kere çevrildikten sonra iki uzun boylu İngiliz askeri dışarı çıkması için işaret eder. Biraz ikircikli olsa da İngilizlerin komik hareketlerinden hiç de zarar verici bir niyetleri olmadığını anlamıştır. Kara tenli askerin tüfeğinin namlusunun işaret ettiği yer güneş ışınlarının yoğunluğunda hiçbir şeyi ayırt edemediği bir aydınlık kapıdır. İlk adımı attığında gözlerini kısa bir süre kapatmak zorunda kalır. Henüz daha çok yeni bir tutsak olduğu için gözleri çabuk alışır bildik aydınlığa. Sağda solda sohbet eden askerler, birkaç Arap köylü ve zeytin ağaçlarındaki sığırcık sesleri, cılız bir köpek ilk dikkatini çeken ayrıntılardır. Neden sonra her halinden Türk olduğunu belli eden bir başka tutsağı yine iki İngiliz askerinin önünde aynı yöne doğru ilerlerken görür. Köyün dışına doğru yaklaştıklarında duyduğu gümbür gümbür akan suyun sesinden Fırat nehrinin yakınında olduğunu anlayıp sevinecektir.

Ne var ki; hemen önlerine çıkan bir kuyunun başında durmuşlardır. Kuyudan çıkan suyun iletildiği bir kanalın başında beşer metre arayla oturmaları istenir. Sonra birer maşrapa uzatılır ellerine. Maşrapaların içinde mis gibi kokan defne sabunları vardır.

Normal koşullarda böyle dört tane “gâvur”un önünde banyo yapmaktansa yıllarca pis kokmayı tercih ederdi belki ama şimdi özgürlüğüne kavuşabilmek için çok değerli planlar yapabileceği saniyeler fırsatıdır bu banyo. Nitekim diğer tutsağın bakışlarından onun da hemen hemen aynı şeyleri düşündüğünden adı gibi emindir. Üzerinde sadece uzun tumanı kaldığında kaçma planı hazırdır. Yaklaşık elli metre ileride gördüğü kayalıklara kadar koşacak ve oradan kendisini Fırat’ın sularına bırakacaktır. Kaş-göz işaretleriyle bu planını banyo arkadaşına da anlatır.

Şimdi bütün yapacağı şey; İngiliz askerlerinin bir gaflet anını beklemekti.

Bunun dışında bir küçük sorunu daha vardı.  İlk başta düşünememiş, ayakkabısını çıkarmıştı. Elbiseler çok önemli değildi ama yırtık pırtık da olsa ayağında bir ayakkabı bulunması elzemdi. Suyu ayağına döker gibi yaparak ayakkabısını giymeye çalışırken diğer tutsak da niyetini anlamış, aynı şeyi yapmaya başlamıştı.

Bu sırada İngiliz askerleri sanki neşeli bir konuyu tartışır gibi seslerini yükseltmişlerdi. Biri silahını yere dayamış ve birazdan kendilerine getirecekleri bir havluyu sanki ikiye bölmeye çalışıyor ama başaramıyordu. Anlaşılan çok az zamanları kalmıştı. Belki en fazla birkaç dakika… Ayakta bekleyen kara derili asker de kahkahalarla havluyu tutan arkadaşına yaklaşmış, silahını yere bırakarak havlunun bir ucundan çekiştirmeye başlamıştı. Diğer ikisi ise kesintisiz gülüyorlardı. Havlunun bu şekilde tutulması görüş açısını kapattığı için şimdi tam zamanıydı. Bir an kadar kısa bir süre karşısındakine baktı, bir göz işareti yaptı, sonra bir kez daha havluyla cebelleşen İngilizlere baktı ve ani bir hareketle kayalıklara doğru koşmaya başladı.

Saniyenin çok kısa bir bölümünde yoldaşı da fırlamış ve birkaç metre arkasından koşmaya başlamıştı.

Askerlerin durumu fark etmesi, havlu ikiye ayrılıp da arkaları üzerine düşmelerinden sonra oldu. Olayı seyreden iki asker derhal ateş etmeye başlamışlardı. Bu arada diğer ikisi de şoktan kurtulmuş tüfeklerine sarılmıştı. Onlar peşlerinden koşarken silah seslerini duyan bir grup asker daha belirmiş, kaçış yönlerine doğru fırlamıştı.

Fırat nehrinin azgın aktığı bir yerdi ve arkalarından yağan kurşunlar nehrin gürültüsüne karışıyordu. Vahşi beyaz köpüklerle aralarındaki mesafe kabaca bir hesapla on metre kadar vardı. Şimdi önlerinde sadece iki seçenek kalmıştı. Birinci seçenekte delik deşik olmuş birer cansız vücut halinde Fırat’a kavuşmak, ikinci seçenekte ise kalan güçlerinin son kırıntılarını kullanıp olanaksız gibi görünen karşıya yüzerek ayak basmak… Her koşulda suyla temas edecekleri için hiç ikircik göstermeden atladılar. Cemil bey, sanki saatler süren bir düşüşün içinde çocukluğunun Asi nehrini anımsadı. Birazdan tanışacağı deli su kadar olmasa da, Asi de yeterince azgın akardı. Kimi zaman suya daldıkları noktanın karşısında çok daha uzaklarda bir yerde çıkarlardı toprağa. Sanki onların hepsi birer antrenmandı ve bugünkü büyük sınav için bir hazırlıktı diye geçirdi aklından. Oysa yanında, daha adını öğrenmeye bile fırsat bulamadığı yoldaşında böyle bir deneyim yoktu. Birkaç dakika içinde İngiliz askerleri kayalıklara varmış ve daha rahat nişan alarak Fırat’la boğuşan iki askere kurşun yağdırmaya başlamışlardı. Deneyimli Cemil bey için akıntı bir üstünlük sağlarken, isimsiz yoldaşı hala ilk atladığı yerde çırpınıyordu. Bir süre sonra önce bir kurşun tam boğazına saplandı, ardından bir tane, bir tane daha… Şehit bedeni şimdi dört dönen suyun içinde çalkalanıp duruyordu.

Cemil bey son bir gayretle karşı kıyıya vardığında artık ne İngiliz askerleri vardı peşinde, ne de sağından solundan vınlayıp geçerek suya saplanan kurşunlar. Tutsaklığından kurtulduğuna sevinemiyordu. Topu topu birkaç kelime konuştukları, ama ölüme giden bir yolda aynı inançlarla koştukları yoldaşını şehit vermişti. Bütün kuvvetini toplayarak ayağa kalktı ve gözlerini Fırat’ın artık kanlı akan sularına gözyaşlarıyla dikti.

Nerede olduğunu bilmiyordu. Tek bildiği şey Fırat nehrinin kıyılarında yapayalnız, silahsız, aç ve üstü başı perişan bir vaziyette kalakaldığıydı. Bu koşullarda yapması gereken ilk iş en yakın birliğe ulaşmaktı. Ama en yakın birliği nerede ve nasıl bulabileceğine ilişkin en küçük bir fikri yoktu. Geriye, sürekli kuzeybatıya yürümekten başka bir seçeneği kalmamıştı. Halep’e sağ salim varabilirse, orada ya kendisine yeni bir yer gösterirler ya da …

* * *

Patlayan flaşın yankısındaydı sıra…
— Süreniz dolmuştur! Evet, bayanlar baylar lütfen boşaltabilir misiniz, Cemil beyin biraz dinlenmesi gerekiyor!

Hemşirenin haklı sesi fotoğrafta yer alan birçok kişi için Cemil beyden sonsuza dek ayrılmak anlamına geliyordu…

Hastaneden uzaklaşan düşünceli yüzleri; aynı yıl birçok kez bıçak gibi kesmeye devam edecekti zemheri.

Cemil bey ise bahar gelmeden varacağı son hedefine çoktan varmıştı.

Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar

Sinema Yazıları

Türkiye Sineması Yazıları

Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları

Edebiyat Kültür Sanat Dergileri

Facebook Sayfası

Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz