PAZAR/LIK
17 NİSAN
Bu tarihi hem sevinçle hem de hüzünle anmayan bir aydın, bir cumhuriyet aşığı, bir laik insan düşünemiyorum. Sevinçle anıyorum çünkü çöken bir imparatorluğun kalıntılarından bir ülke ve ulus yaratılmıştı. Ulusal Kurtuluş Savaşı kadroları ve büyük bir direnişi kanı-canı pahasına sürdüren bu ulusun evlatları işgal güçlerini durdurmuş, “geldikleri gibi” geri göndermişlerdi. Savaş kazanılmış, genç cumhuriyet kurulmuş ancak en zor görevlerden biri henüz başlamıştı. Savaşlardan yorgun düşen, okuma-yazma oranı son derece düşük bir toplumdan modern bir topluma nasıl geçilecekti?
Savaş kazanılmış, ülkenin dört bir yanında fabrikalar, sanayi atılımları yükselmeye başlamış, çiftçi teşviklerle üretimi yoğunlaştırmış ancak cumhuriyet hükümeti eğitim konusuna kalıcı bir çözüm getirememişti. Harf ve yazı devrimi, dil devrimi, dilde yalınlaşma çabaları yabana atılır çabalar değildi. Topluma kazandırılmış ciddi çabalardı. Ancak Anadolu’nun aydınlatılması burada kalmamalıydı.
İşte bu arayış Köy Enstitüleri kavramını getirdi. 17 Nisan 1940 yılında resmi olarak kuruldu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yoğun çabalarıyla bir aydınlanma hareketi olarak başladı. “Cumhuriyet’in ilk yıllarında okuma yazma oranının düşüklüğü ile mücadele etmekti. Her köyün zeki ve parlak çocukları belli bir eğitimden geçirilerek öğretmen olarak yetiştirilecek ve Enstitüden mezun olduktan sonra köyünde öğretmen olarak görev yapması için gönderilecekti.”
Enstitülerde verilen Kültür Dersleri ve Çalışmaları: Türkçe, tarih, coğrafya, yurttaşlık bilgisi, matematik, fizik, kimya, tabiat ve okul sağlık bilgisi, zirai işletme ekonomisi ve kooperatifçilik, yabancı dil, el yazısı, resim-iş, beden eğitimi ve ulusal oyunlar, müzik, ev idaresi ve çocuk bakımı, askerlik, öğretmenlik bilgisi. Bu derslerin yanı sıra o yıllar için en yeni yöntemleri içeren tarımı ve hayvancılığı geliştiren dersler de programa alındı: Tavukçuluk, Arıcılık, Tarla Ziraati, sütçülük ve benzeri dersler. Bunlar bilimsel tarımın köylerde hayata geçmesiydi.
Çok başarılı bir kuruluş olarak başladı, en ücra köylere kadar öğretmen yetiştirip gönderdi. Bozkır aydınlanmaya, çiftçi bilinçlenmeye, köy çocukları uygar toplumların sahip olduğu bilgiye ve haklara ulaşmaya başladı. Köyden gelen çocuklar dünya klasiklerini okuyor, tiyatrolarda oyunlar sahneliyor, klasik batı müziğiyle tanışıyor, mandolin veya flüt öğretmek üzere öğreniyor, yazıyor, çiziyor, aydınlanmanın öznesi oluyordu. Enstitülerden yetişen unutulmaz yazarlarımız: Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Yusuf Ziya Bahadınlı, Mehmet Başaran, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Ali Yüce, Adnan Binyazar, Sami Gürel, Osman Bolulu, Osman Şahin, Hasan Kıyafet. Bu ileri atılım beklendiği gibi yönetici sınıfların dikkatini çekti. Yönetilenler yönetenlerden daha ileri olmamalıydı! Düşünmemeliydi, sorgulamamalıydı. Aksi halde sınıf egemenlikleri tehlikeye girerdi.
Enstitülerin ilerici atılımını kösteklemek için akıl almaz dedikodular üretilerek kapanma yolları açıldı. Tek partili düzenden çok partili düzene geçilmiş, ülke gericiliğin, yobazlığın denetimine girmiş, Demokrat Parti’nin sabık yönetiminin ödünleriyle enstitülerin kapatılmasına karar verilmişti. Hüzünle anıyorum çünkü Menderes hükümeti 1954 yılında enstitüleri kapattı.
Palazlanan burjuvazinin, köy ağalarının, tefeci-bezirganları ve dayatmacı emperyalistlerin isteği olmuş Anadolu’da başlayan aydınlanma atılımı söndürülmüştü. Bu yönetici sınıflardan oluşan oligarşi ülkeyi aydınlanmadan uzaklaştırmış, işçi ve köylüyü en acımasız sömürü dizgeleriyle denetim altında tutmuştu. Cumhuriyetin kuruluşuyla tanınan haklar adım adım geri alınarak on yıllar geçti. Enstitülerin kapatılmasından sonra öğretmen okulları açılmış ancak bu okullar köy enstitülerinden kalan boşluğu dolduramamıştı. Yine de öğretmen okullarımızın aydınlanmada etkisi azımsanmayacak düzeyde olmuştur. Köy enstitüsü öğretmenleri bu kez öğretmen okullarında olabildiğince aydınlanma eylemini sürdürmüştür. Mezunu olduğum ve uzun yıllar ders verdiğim bu okulların onurunu hep taşıdım.
İnanıyorum ki egemen sınıfların bu köylüyü köreltme, köyleri okulsuz ve öğretmensiz bırakma yaklaşımları olmasaydı ülkem 2000’li yıllarda ve günümüzde bu karanlığı, gericiliği, dayanılmaz yoksulluğu yaşamazdı.
Ülkemde yaşadığımız hiçbir gerici-şoven girişim tesadüfi değildir. Emeğe karşı belli bir soygun, sömürü, talan programının adım adım uygulanmasıdır. Ülkeyi bu kötü gidişten kurtaracak olan da yine emekçi sınıfların kararlı tavırları olacaktır.
İyi pazarlar.
Sami Aydoğan, emekli öğretmen
17 Nisan 2022, Ankara