38 TEMOINS (2012)
“38 Şahit” Fransız yönetmen Lucas Belvaux tarafından 2012’de çekilmiş bir film. Korkuları yüzünden işlenmekte olan bir cinayete müdahale edemeyen kişilerin iç hesaplaşmalarını ve artık asla normal bir hayat sürdüremeyeceklerini anlatıyor. Onların korkuları ve bencillikleri üzerinden savrulan asıl eleştiri okları ise çağdaş kapitalizmden başka bir hedefe varmıyor.
Filmi izlerken ülkemizde muhalif kesimler tarafından sıkça kullanılan “Susmak onaylamaktır” sözü aklımdan çıkmadı. O sözün bu filmdeki anlamı da cinayeti gördüğü ya da duyduğu halde sıcak yatağından kalkmayan ya da kendisine bir şey olur kaygısıyla dakikalarca katili tarafından bıçaklanan genç kadının çığlıklarına kulaklarını tıkayan insanların suç ortağı olduğu şeklinde göründü bana. Yönetmen tam olarak böyle mi düşünüyordu bilemiyorum zira kendisini hiç tanımıyordum ve sanırım ilk kez bir filmini izliyordum ama vicdan azabıyla baş başa kalmış şahitlerin düşünceleri ve fiilleri bir suç ortağının düşüncelerinden ya da fiillerinden hiç de farklı değildi. İnsani yönden çizginin en üstlerinde duranları artık yaşayan birer ölü haline gelmişti. Bir zamanlar mutlu olduklarını sandıkları dünyaları içindeki en değerli varlıklarıyla beraber hayatlarından çekip gitmişti. Bu öyle bir kayıptı ki bir daha asla geri gelmeyecekti.
FİLMİN TANITIM VİDEOSU
37 şahidin istisnasız hepsi polise verdikleri ifadede üç maymunu oynamışlardı. Ama cinayet, vahşice işlenmiş bir cinayet olarak saptanıp polise havale edildiği sıralarda, yani tek bir mahallede olup bitmiş bir adli olaya dönüşmek üzere olduğu son anda, ortaya çıkan bir şahit herkesin hesabını bozdu. Adı Pierre olan bu adam hala bir parça vicdan taşıyordu ve otuz yedi kişinin söylediğinin aksine ölmek üzere olan kadının çığlıklarını çok net bir biçimde duyduğunu söylüyordu. Pierre kadının çığlıklarını iki kez uzun uzun duymuş ama kılını dahi kıpırdatmadan yatağına geri dönmüştü. Ertesi gün olduğunda en çok ölenin kendisi olacağını anlasaydı mutlaka müdahale etmek için bir girişimde bulunurdu diye düşünmek onun ne kadar bencil bir insan olduğunu anlamaya yetiyor. Nitekim filmdeki asıl eleştiri de aslında bu bencilliği yaratan düzenin ta kendisine.
Gezi Parkı sürecinden önce benzer bir korku ve bencillik ülkemizde de her fırsatta görülen bir toplumsal hastalık gibiydi. Ama birkaç hafta tüm sıcaklığıyla yaşanan ve hala çeşitli biçimlerde devam eden bu süreç adeta ataletsiz duran kitlelerin üzerindeki ölü toprağını silkeleyip attı. Bir zamanlar tencere tava çalmaya korkan insanlar sokaklarda boy göstermeye, özgürlük, adalet diye haykırmaya başladı.
İşte bu film belki o eski hastalığın izlerini taşıyanların ibretle izleyecekleri bir film…