“BİR ZAMANLAR ANADOLU’DA”
Nuri Bilge Ceylan’a 2011 yılında Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödül kazandıran film Bir Zamanlar Anadolu’da… Uzun zamandır izlemek istediğim halde filmi yeni izleyebildim. Nuri Bilge Ceylan’ı diğer birçok filminden biliyordum ve işin doğrusu o filmlerin hemen hiçbiri çok beğendiğim filmler arasına girmemişti. Ödül alması ise ne bu film için ne de başka filmler için bir ölçüydü kendi adıma. Belki kendisine öykündüğü sık sık dile getirilen Tarkovski’yi pek çok kişinin yaptığı gibi baş tacı etmediğim için, belki önceki filmlerini yeterince beğenmediğimden, belki de başka başka nedenlerdendi bu filmi bu kadar geç izlemem. Ama izlerken fark ettim ki Bir Zamanlar Anadolu’da, bu yönetmene karşı bakışımı her saniye biraz daha değiştirdi ve bir sonraki filmi hemen şimdi çıksa da izlesem diye düşünmeye başladım.
İki saat 40 dakika süren bu güzel filmi baştan sona hiç sıkılmadan ve inanılmaz bir sinema keyfi alarak izledim. Kuşkusuz Nuri Bilge Ceylan’ın özellikle manzara görüntülerini sinemada izleme gibi bir fırsatı kaçırmıştım ve bu görüntülerin televizyon monitörlerinde gördüğümden çok daha etkileyici olduğu açıktı. Ama buna rağmen her biri kartpostal olabilecek o kır görüntülerini hayranlıkla izledim. Elmanın yuvarlanışı, kuş sesleri, köpek havlamaları, yaprak hışırtıları bu kadar mı güzel olurdu.
Sinema sanatçısı olarak bugüne kadar her nedense beğenemediğim Yılmaz Erdoğan dahil herkes ve her şey müthiş başarılıydı. Polis, savcı, doktor gibi mesleklerden insanlar sanki üzerlerinde yıllarca çalışılmış gibi gerçek geldi gözüme mesleklerini icra ederken. Köydeki sohbetlerde yenilen et üzerine muhtarın yaptığı yorumdan tutun da, komiser Naci’nin sinirlendiği dakikalarda zanlıyı tartaklaması, arabanın bagajına zor sığdırılan cesedin hemen yanına yerleştirilen birkaç kavunun düşündürttükleri ve hiç şüphesiz savcının bir anısını gelişigüzel anlattığı cümle ile başlayan ve doktorun biraz ısrarlı sorularıyla devam eden ve sonra filmin önemli bir merkezi haline gelen otopsi muamması milimetrik ölçülerle, muazzam bir estetikle yerleştirilmişti filme.
Kesinlikle adli bir cinayet vakasında kullanılmış domuz bağı ortada en küçük bir politik içerik olmadığı halde çok derin politik anlamlara gönderme değil miydi?
Otopsi sekansı ise Ken Loach’un Route Irish filmindeki işkence sahnesini hatırlattı bana. Elbette aralarında derya kadar fark vardı ama ustalık olarak bu sahneler belki daha güzeldi. Sanki Nuri Bilge Ceylan otopsi üzerine tez hazırlamış da gerçek bir sunum yapıyor gibiydi o sahnelerde. Ya o cesedi doktorun talimatlarına göre kesip biçen personelin doğallığı şapka çıkartacak denli ustacaydı.
Yaşa varol NBC!