Site icon Dergilerden, Filmlerden, Kitaplardan

DUYGUDAN DA ÖTE VE KEN LOACH

DUYGUDAN DA ÖTE VE KEN LOACH
Özgün adı “Ae Fond Kiss” olan film 2004 yılı yapımı ve usta yönetmen Ken Loach’un imzasını taşıyor. IMDB puanı 7.2 olan filmde Ken Loach’un diğer filmlerinde de olduğu gibi çok tanınmamış oyuncular var.

Atta Yaqub, Casim ismindeki Pakistanlı genci,  Eva Birthistle müzik öğretmeni Roisin’i, Ahmad Riaz, Shamshad Akhtar, Shabna Akhtar ise Casim’in aile fertlerini canlandırıyor.

Avrupalı olmayan ama Avrupa’da yaşayan, üstelik dini inancı islamiyet olan birileri için  tarih 11 Eylül 2001’den sonraki bir tarihse, yaşam her zamankinden daha zor olmaya mahkumdur. Ken Loach bu filminde 11 Eylül’ü anlatmıyor belki ama yine de onun izlerini görüyor insan. O tarihten önce zaten var olan kültürel çatışmayı iki farklı dinsel inanışa sahip sevgilinin gözünden aktarıyor.

Okullarında yapılan bir toplantıda Tahara bütün özgüveni ile söz alarak müslüman olduğu için kendisine karşı kimileri tarafından yapılan ayrımcılığı kınıyor. Kendisiyle son derece barışık bir genç kız olan Tahara’nın konuşmasından, yaşadığı ülke koşullarına uyum sağlamış, orada olmaktan mutlu olduğu açıkça anlaşılan bir gurbetçi çocuğu portresi görürüz.

Tahara bu konuşmasını yaptıktan sonra okulun çıkışında bazı öğrenciler tarafından tartaklanır, alay konusu edilir. Her zamanki gibi onu almaya gelen ağabeyi Casim çocukları uzaklaştırarak kardeşini sakinleştirmeye çalışır. Oysa Tahara’nın sakinleşmeye hiç niyeti yoktur.

Tahara, kendisiyle dalga geçen öğrencileri kovalamaya başlar. Ağabeyi de  peşinden gider. Kovalamaca bir müzik salonunda son bulur. Burada bir  öğrencisine ders veren müzik öğretmeni Roisin olaya müdahale eder.  Çıkan hengâmede odadaki bir gitar kırılmıştır. Hiç önemli  değildir! Roisin öyle güzel konuşmaktadır ki Tahara’yı ikna eder.  Casim ise Roisin’e ilk anda aşık olmuştur.

Yıllar önce Pakistan’dan iş için İngiltere’ye göç etmiş ve burada  kendi değerleriyle tutunmaya çalışmış-çalışan bir ailenin iki çocuğudur  onlar. Casim (Tahara kadar olmasa da) yeniye, gelişmeye açıktır. Büyük  kardeşlerindeki ve anne babalarındaki tutuculuk onlara fazla  bulaşmamıştır.

Bir gün aşık olduğu Roisin’i bir kez daha görmek için yeni bir gitar  satın alarak okul çıkışında onu bekler Casim. Buluşup gitarı  vermesi bir aşkın başlangıcıdır.

İlk günler adeta samanlık seyrandır onlar için. Ama aradan zaman  geçtikçe kendi duygularından tamamen bağımsız sorunlar ortaya  çıkmaya başlayacaktır. Yaşadığımız yüzyılda böyle bir aşk bedel  ödemeyi gerektiren bir aşktır. Film boyunca en büyük bedeli ödeyecek  kişinin Casim olduğunu düşünürüz her nasılsa

Casim’in ailesinin gözünde Roisin küçük bir fahişeden farksız  değildir. Onlar çocukları için en doğru olana zaten karar  vermişler, Pakistanlı , namuslu, kendi örf ve adetlerine sahip  çıkan bir ailenin kızıyla evlendirmek için her şeyi  hazırlamışlardır. Casim’ın ne düşündüğü hiç önemli değildir.

Benzer şeyler Tahara için de geçerlidir. Uzak bir yerde ama çok  istediği üstelik herkesin kazanmak için çok seyler verebileceği bir üniversitede okuma hakkı kazanması onunki gibi bir aile için asla sevindirici bir haber olamaz. Tahara’nın bu konudaki kararlılığına bütün aile tepki gösterirken Casim’ın de onlardan yana tavır alması şaşırtıcı değildir. Tahara bu yüzden ağabeyine çok kızacaktır ama ağabeyi kültürler arası çatışmayı çok daha derinden yaşadığı için almak zorunda kaldığı her karar sancılı olmaktadır. Roisin’le aralarındaki aşk; çatışmanın, çelişkilerin en fazla etkilendiği ilişkidir. Bir yanda başta ailesi, dinsel inancı gibi doğduğu günden itibaren kıskançlıkla sahiplenmesi gerektiği telkin edilen değerler, bir yanda ise sevdiği kızla beraber olma isteği… Bir yanda Avrupa’da bir yabancı olarak varolabilmenin güçlüğü, bir yanda değişen dünya koşulları… Bir yanda bir müslüman olarak kendini tanımlama ihtiyacı, bir yanda ise 11 Eylül sonrası gelişen yeni psikolojik ortam… Casim sanki tek başına bütün bu karmaşanın ortasındadır.

Sinemayı sadece göz zevkine hitap eden kareler silsilesi olarak algılamayıp; insana, topluma bir şeyler vermesi gerektiğine inananlar bu filmi baştan sona hiç sıkılmadan izleyebilirler.

Ken Loach’un  diğer filmlerinde de bu tür bir mesajı bulmak mümkündür zaten.

KEN LOACH

1936 yılında İngiltere’de doğan Ken Loach (Kenneth Loach) ilk filmini 1967 yılında çekti. 70’li yıllarda sinemaya bir süre ara vermesine rağmen günümüze dek otuza yakın filme imzasını attı. 60’lı yılların sonlarındaki ilk ürünlerinden günümüzde çekilmiş hemen tüm filmlerine kadar toplumsal bir duyarlılık görüldü filmlerinde.  1995 yılında çektiği Ülke ve Özgürlük (Land and Freedom),  politik sinema denince ilk akla gelen filmlerden biri oldu. Loach bu filminde sadece İspanya iç savaşını anlatmadı. O savaşı Franco’nun kazanmasıyla aslında dünyanın neler kaybettiğini, kendi bakış açısından nedenleriyle beraber soktu gözlerimizin içine. İlk filmlerinden biri olan Kerkenez’de (Kes, 1969) işçi bir ailenin çocuğundan hareketle İngiltere’deki eğitim sistemini eleştiriyorken, son filmlerinden biri olan “İşte Özgür Dünya”da (It’s a Free World, 2007) sıradan bir emekçiyken sınıf atlama hevesine kapılan bir kadının sermaye düzeninin devasa çarkları arasında nasıl kirlendiğini anlattı.

Karla’nın Şarkısı’nda (Carla’s Song, 1996) ise Nikaragua’daki Sandinist devrim sürecinden haberdar olurken, devrime katılmış bir genç kızın şahsında aşkın ne olduğuna, nasıl olması gerektiğine dair muhteşem ipuçları gördük. Vıcık vıcık olmayan buradaki aşk’ta bencillikten, nankörlükten eser yoktu.

Emperyalizmin elindeki devasa aygıtlar IRA denince insanın aklına patlayan bombaları, parçalanan bedenleri getirtmeye çalışsa da her fırsatta, Ken Loach gibi bir ustanın kamerası karşısında alt üst oldu bütün planlar. Özgürlük Rüzgarı’ında (The Wind that Shakes the Barley, 2006) 1920’lerin İrlandasına götürdü bizi gerçekler ve IRA’yı doğuran İngiliz emperyalizminin her türlü vahşetine tanıklık etti gözlerimiz…

Eric’i Ararken’de (Looking for Eric, 2009) ise milyonlar için vazgeçilmez bir tutku olan futbolu yatırdı masaya. Futboldan epeyce hoşlananlara bile, futbolun, bir fanatiğin hayatını nasıl yönlendirdiğini şaşkınlıkla izletti.

İnsanlığın Ken Loach ve onun gibilerinin kamerasına çok ihitiyacı var. Usta yönetmene en derin saygılar…

Bu sitede ilginizi çekebilecek diğer kategoriler, bağlantılar

Türkiye Sineması Yazıları

Blog Sahibinin (Kamil Akdoğan) Yazıları

Edebiyat Kültür Sanat Dergileri

Facebook Sayfası

Dergi, kitap, yazı, ürün gönderebilirsiniz