KISIK ATEŞTE 15 DAKİKA
Yönetmenliğini Neco Çelik’in yaptığı, senaryosunu Haluk Özenç’in yazdığı 2006 yılı yapımı bir film olan Kısık Ateşte 15 Dakika bu edebi sözlerle sona eriyor. Evet sözler gerçekten şiirsel bir tat veriyor. Ama niçin 4 ya da 14 değil de 15 seçilmiş sorusunun yanıtına yetmiyor. Bu soru önemli, zira on beş dakikadan çok daha kısa zamanlarda hayatları değişebiliyor insanların.
Daha da önemlisi on beş dakika “bugün” ya da “yarın” ya da “dün” gibi, ya da “son dakika”, “ilk an”, “bir dakika” gibi, gerçekten herkesin bir biçimde hayatını değiştiren olayları yaşadığı ya da tanık olduğu ölçüde anlamlı bir zaman dilimini işaret etmiyor. Bir başka deyişle herkesin filmin söylediği gibi bir on beş dakikası olmayabiliyor. Ama herkeste “çıkmayan bir iz bırakan” ya da “her izi çıkaran” bir “son dakika”, bir “bir dakika” ya da bir “dün” var.
Metin Akpınar (Resul), Haluk Bilginer (Muhtar), Ata Demirer (Güngör), Özkan Uğur (Fazlı), Eysan Özhim (Kader Sayar) gibi usta isimler, Pamela’nın şarkısı, Janset, Aysun Kalaycı gibi hiç de hafife alınmayacak süslemeler de yetmiyor filmi kurtarmaya. “Bu kadar ünlü isim bir araya gelip de çok daha iyi bir ürün ortaya çıkaramaz mıydı?” sorusu film bittiğinde kendiliğinden çıkıyor ortaya.
İstanbul’da, Le Chick isimli bir Fransız restoranında geçiyor filmin konusu. Çoğunlukla da orada geçiyor, kimi zaman salonda, kimi zaman mutfakta. Çalışanlar, müşteriler, patronlar… Onların aynı on beş dakika içinde yaşadıkları gibi ilginç bir konu gerçekten de her sinemaseverin ilgisini çekecek cinsten. Ama içerik maalesef bu ilginçliğe denk düşmüyor.Bağlantılar iyi yerleştirilmiş gibi gözükse de geri dönüşler izlemeyi kolaylaştırmıyor.
Muhtar ve Güngör’ün masa muhabbetleri filmin en güzel bölümü. Burada, zekice kurgulanmış mizahla beraber ilgiyle izlenebiliyor o sahneler.
Resul’un ağzından çıkan özlü sözleri de olumlu puanlar hanesine eklemek mümkün.
İşte onlardan biri:
“Önemli olan öldürmek değil, öldürdükten sonra yaşayabilmek”
Ama hepsi bu! Geri kalan bölümler tek kelimeyle sıkıyor.Bu arada Fazlı isimli yönetmenin (Özkan Uğur) kendi çekmeyi düşündüğü bir film için Kader Sayar (Eysan Özhim) ile on beş dakika için aldığı randevu ise –barındırdığı bütün zeka kıvılcımlarına karşın- filmin en saçma bölümü olmuş. Burada Fazlı, Kader Sayar’ı kendi filminde oynaması için ikna(!) etmeye çalışıyor. Yöntemi ise üzerine bağladığı dinamit lokumları. Ama böyle yöntem mi olur! Ne yani Kader Sayar diyelim ki bombadan korktu ve sözleşmeyi imzaladı, bu onun o filmde ille de oynamak zorunda olacağı anlamına mı geliyor? Fazlı imzayı alıp çekip gittikten sonra Kader Sayar polisi arasa ne olacak sanki? Elbette ki polis Fazlı’yı sorgulayacak ve muhtemelen bir güzel konuşturacak. Bunu yönetmen de biliyor, senaryo yazarı da, Fazlı da, Kader Sayar da! Diyelim ki hiçbiri bilmiyor ama en azından izleyicilerin pek çoğunun biilmesi kuvvetle muhtemel? O halde “on beş dakika” insanı kasmanın anlamı ne?
Onca isim yine de yeter derseniz şansınızı deneyebilirsiniz.