9 Kere Leyla
Yazan: Ali Demir
Netflix’in sunduğu, Ezel Akay’ın yönettiği, Adnan Yıldırım, Özlem Lale, Uğur Saatçi ve Ezel Akay’ın senaryosunu yazdığı başrollerinde Demet Akbağ, Haluk Bilginer, Elçin Sangu, Fırat Tanış ve Alican Yücesoy’un yer aldığı 9 KERE LEYLA filmi 20 Mart 2020’ de gösterime girdi.
1 saat 52 dakika olan film büyük oyuncu kadrosunun varlığına rağmen İmbd’si 4.12 de kalmış durumda. Arkeolog ve sanat tutkunu Adem’in (Haluk Bilginer) eşi Leyla’yı (Demet Akbağ) evlilik danışmanları olan genç ve güzel sevgilisi Nergis (Elçin Sangu) ile beraber olabilmek uğruna öldürme çabasını konu alıyor.
Geçmişte benzer konuların olduğu filmlerle karşılaşmıştık. Başka bir kadın için eşini öldürme planları yapan Celal’i (Engin Günaydın) “Vavien” filminden izleyenler hatırlayacaktır. Özgün olmayan konusuyla 9 Kere Leyla filmi, kadrosunun büyüklüğüne rağmen izleyicisinin beklentisini karşılayamadığı gibi hüsrana neden olmuştur. Filmin giriş sahnesinde Demet Akbağ ve Elçin Sangu’nun seslerinin birleşiminden oluşan konuşmayı gölgede bırakacak düzeyde yüksek seste müziğin olması oyuncuların ne söylediklerini anlaşılmaz kılmıştır. Yapılan bu hata seyircide ilk dakikalarda negatif bir etki uyanmasına neden olmaktadır. Lilith’i gizlemek için Lilith’i filmin başında iki kadın oyuncunun sesinden konuşturmak akıllıca düşünülmüş olsa da filmin geneline bakıldığında filmin Lilith mitiyle alakası kurulmuş değil. Cinsiyet eşitliği için mücadele eden bir karakterden yoksun bırakılmış Lilith’i konu almaya çalışan bir film var. Ayrıca filmin genelinde yine Lilith’i gizlemek adına Leyla’nın sokaktakilere yemek götürmesi, güne gitmesi, atölyedeki işçilere çay ikram etmesi Lilith’in düşünüldüğü gibi kötü olmadığını izleyiciye geçirme fikri için yetersiz olmuş.
Son zamanlarda dizilerde ve filmlerde görmeye alışkın olduğumuz psikiyatrist / psikolog furyasına bu filminde kendisini kaptırdığını görüyoruz. Ayrıca bu meslek grubunun tepkisini çekecek düzeyde mesleğin işleyişi ve mesleki etik anlayışı yanlış gösterilmiş. Filmde oyuncular hakkında bilgi ve yorum içeren sarı çerçevelerin verilmesi gereksiz olmuş. Filmin başında bu çerçevelerin olması, düşünülmesi estetik acıdan gözü yorduğu gibi seyirciye paket bilgi olarak verilmiş. Gereksiz bir diğer şey filmde ikizlerin olması. Filme bir şey katmadığı gibi filmi kurtarmak için düşünüldüğü izlenimi uyandırmış. Filmin konusu itibariyle filme serpiştirilen metaforlardan elma sürekli seyircinin gözüne sokulurken, filmin bir yerinde Leyla’nın evin orta yerine ip yumaklarını atmasındaki metafor (ki eğer metaforsa) anlaşılmaktan çok uzak. Bir ölüm sahnesinde de konu itibariyle yılan değil de örümceğin seçilmesi de ayrı bir ironi olmuş. Filmin senaristi aynı zamanda yönetmeni olan Ezel Akay yılan yerine örümcek tercih etmekle neye gönderme yaptığı akıllarda kalan bir diğer soru. Ambulans şoförleri de tam bir fiyasko. Garip saç şekli ve ağızda tutulan bir çubuk krakerden komiklik beklenilmesi, seyircinin gerçek hayattan kopmasına izin verilmeyen senarist vurgusunun yapılması profesyonelliğe yakışmayacak amatörlükte olmuş. Filmde evin içindeki dekorda kullanılan tabloların sıklığı göz yorucu. Arkeolog ve o kadar tabloya sahip olması gereken ölümlü olan Âdem değil ölümsüz olan Leyla olmalıydı. Fakir olan Âdem zengin olan Leyla’yı öldürüp servetine konma mücadelesi vermesi daha yerinde olacakmış. Gökten düşen dayı figürünün çizgi pijamalı, atletli, pos bıyıklı olarak gösterilmesinin komik olacağı fikri yerini bulmamış.
Leyla’nın ütü yaptığı sahnede Adem’in tabiriyle “kadın tutmak” fikrine Leyla’nın feminist bir duyguyla burun kıvırması ve feminist bir gösteri de kadınların yanında yer alması dışında eylemsel olarak kadının yüceltildiği dişe dokunur bir sahne yok.
Yine gereksiz açıklamalarla doldurulmuş bir son. Kurgusal olarak bir bütünlüğü olmayan filmlerin yönetmenleri filmin sonunu gereksiz açıklamalarla doldurarak filmin geneline sindirilmeyen ana fikri seyirciye bu şekilde vererek filmi kurtarmaya çalışırlar. İzleyenlerin yorumlarına bakıldığında film kurtarılmış gibi durmuyor.
Leyla’nın eliyle yaptığı Adem’in biblosunu filmin sonunda kasanın içindeki tarihsel kişiliklerin yer aldığı bibloların yanına koyması zekice düşülmüş bir ayrıntı. Leyla’nın ölümsüz olduğu düşünüldüğünde. Ancak burada da erken davranılmış. Âdem öldükten sonra kasaya kaldırılsaydı vermek istenilen mesaj yerine daha açık bir şekilde ulaşmış olacaktı. Adem’in (Haluk Bilginer) çoklu kişiliklere bölündüğü sahnelerde söylediği şarkılar, ettiği danslar bizlere Fransız sinemasının Jean-Pierre Jeunet’in Amelie ve Yann Samuel’in yönettiği Jeux D’enfants filmlerini akla getirdi. Hayal gücünün sembolleştirilip müziklerle harmanlandığı bu filmlerin tadı hissettirildi. Adem’in (Haluk Bilginer) söylediği şarkılardaki sözlerin orijinalliği izlerken yüzümüzde küçük tebessüme neden oldu. Ancak filmin konusunu, kurgusunu, oyuncu kadrosunu düşünüldüğünde komedi türündeki bir film için bu küçük tebessümler yeterli olmamış.
Son yıllardaki filmlere bakıldığında Türk sinemasının üstündeki ölü toprağı bir türlü atamadığı görülmektedir. Bu filmde de gördük ki filmin oyuncu kadrosu ne kadar iyi olursa olsun konusu ve kurgusu yeterli olmayınca türündeki duyguyu bir türlü geçiremiyor seyirciye. Bunun için acilen konu sıkıntısı yaşanılmayacağı düşünülen bu coğrafyaya derinlemesine bakılmalıdır. Yine bir an önce içinde bulunduğu coğrafyanın felsefesinden, öz kaynaklarından beslenmeyen bir sanatın ulusallığı yakalayamayacağı gibi uluslar arası arenada da kabul görmeyeceği fark edilmelidir.